Handan Koç – Pazartesi Dergisi, Sayı 37, Nisan 1998
8 Mart’ta bağımsız kadın kuruluşları, DİSK, DBP ve ÖDP’den kadınlarla birlikte bir miting yaptık. Sadece kadınlar olarak ve
Yaşasın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ demek, bu gösteriyi tertip eden kadınların, başka kadınlarla birarada olmak
için gerekli gördüğü iki koşuldu. Mitinge yazılan ortak bir bildiriyle kadınlar “erkeklerin zulmüne, bu zulümle sürdürdükleri bu düzene ve savaşın vahşetine” hayır demek üzere çağrıldılar. Kadınlar bu bildiriyi İstanbul’un çeşitli yerlerinde dağıttılar, afişlerini yapıştırdılar. Gösteri başlamadan önce miting alanına girilirken emniyet kuvvetleri pek çok zorluk çıkardı. Standlarda satılacak sandviçlerden, DBP baskılı çakmaklara, Pazartesi dergilerine, kadın kitaplarına kadar her şey uzun tartışmalardan sonra alana sokuldu. Tertip komitesinde de yer alan Arjin kadın grubunun izinli pankartı polisler tarafından kadınların elinden alındı. Bununla ilgili tartışmayı bahane ederek üç kadını döve döve gözaltına aldılar ve nereye götürdüklerini söylemediler.
Çoğu ilk defa bu gösteriyi düzenlerken biraraya gelmiş kadınlar olarak hayli zor ve gergin anlar yaşadık. Göz altına alınan kadınlarla beraber Arjin müzik grubunun repertuarı da gittiği için işi aslında arkada gitar çalmaktan ibaret olan erkek arkadaşları öne çıktı ve bu durum haklı olarak bir çok kadının canım sıktı. DÎSK’ten son anda çok istediği için konuşma yapan kadın arkadaş, mitinge ille de katılmak isteyen erkek arkadaşlarına sınıf mücadelesinde kadın erkek beraber olunacağı mesajını vermek için mikrofonu kullanmaktan çekinmedi. Bu da kadınları rahatsız etti.
Böyle şeyler oluyor. Benimle birlikte hatırlayanlar olacaktır; bundan yıllar önce bir 8 Mart’ta yine hem sınıf hem kadın mücadelesine gönül vermiş bir arkadaş, böyle bir kürsü atraksiyonu yapmıştı. Bu son derece şahsi görüşümü şunun için aktarıyorum, bu 8 Mart’ta tarihin çok sık tekerrür ettiğine tekrar inandım.
8 Mart ’98 bir çok kadının kafasında siyasal öncelikleriyle ilgili sorular uyandırdı. Taksim’deki gösteride yaşananlar, orada baskıya uğrayanlarla dayanışmak isteyen kadınları tabii ki çok üzdü. ÖDP gibi karma örgütlerde yer alan ama aynı zamanda feminist de olan kadınlar kadm ve erkek arkadaşlarınca niye Taksim’de olmadıkları için eleştirildiler. Şişli’deki gösterinin başlıklarından birisi savaş olduğu halde buttun acısını çeken kadınlarla beraber olmamalarının yanlış olduğu söylendi.
Bence 8 Mart’ta Şişli’deki gösteride hem savaşta taraf olan, ama aynı zamanda kadınların her yerde sadece kadın oldukları için de ezildiklerini kabul eden kadınlar biraradaydılar. Aynı günü herkes istediği politik öncelikle ve istediği gibi kutlamakta özgür. Ama kadınlara karma örgütlerden gelecek dayatmalar çoğu zaman kadm önceliklerinden vazgeçmeleri doğrultusunda olacaktır,
bunu da bu vesileyle tekrar hatırlamakta fayda var. Feminist kadınların kendi politik toplantılarım ve gösterilerini kadın kadına yapmak istemeleri eskiden beri karşı çıkılan, tartışılan, kabul edilse bile hafif alaylı tebessümlere konu olan bir şey. Tabi bu’8 Mart’ta da mitinge dahil olmak isteyen tek tek erkekler ve örgütlü erkek grupları oldu. Bu tartışmanın hâlâ kadınların yanlış bir ısrarına karşı bir erkek uyarısı gibi yaşanabilmesi çok düşündürücü. Şu çok iyi anlaşılmalı ki kadınların bu tutumu politiktir. Kadınların ezilip, sömürülen bir cins olduğunu kabul eden herkese düşen, kadınlaruı kendi dayanışmasını ve mücadelesini örmesine saygı ve müsamaha göstermek ve alan tanımaktır. Erkeklerle beraber de politik mücadele verdikleri alanlar olan feminist kadınlar, o alanda da erkeklerle mücadele etmeden var olamıyorlar bence. Kadınlar dünyanın yansı ve kadm mücadelesi çok geniş bir alan. 8 Mart’ı bizler bütün kadınların birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak görüyoruz. Çünkü kadınlar sadece sermayeye emeklerini sattıklan zaman sömürülmüyorlar, eviçinde harcadıkları karşılıksız bir emek var. Sadece kadın oldukları için şiddet görebiliyorlar ve ayrımcılığa uğruyorlar. Kadınlar bu yüzden kurtuluşumuz kendi ellerimizde diyorlar ve demeye devam edecekler.
Bütün ezilenlere olduğu gibi kadınlara da, var olanla yetinmeleri, eldeki huzuru ve varolan düzeni bozmamaları öneriliyor.
Bu 8 Mart’ta da devletin sözcüleri kadınlar için konuştu.
Devlet bakanı Metin Gürden, “Ailede gizli patron kadındır.” dedi. Mesut Yılmaz, arkasında duran Işılay Saygınla birlikte kadınlar bu hızla giderse erkeklerin de politik çalışmalarına hız vermesi gerekeceğinden bahsetti. Tansu Çiller kadınların evde emeğinin sömürülmesine karşı olduğundan söz etti. Tüm zamanların en despot ve en yalancı ‘Baba’sı Süleyman Demirel’se her konuda olduğu gibi özlü konuştu. Şöyle dedi: “Kadın erkek ayrımı yapmamak lazım. Hadise insan haklarıdır.”
Düzen partileri kadınların yükselttikleri mücadeler sonrası 8 Mart’ları kullar oldu. Her siyasi eğilim kendi taraftarlarım çoğaltmak için kadınlara vaatlerde bulunmaktan çekinmiyor, fakat kadınlardan sorumlu devlet bakanı Işılay Saygın mesela bekâret kontrolü uygulaması? tehdidiyle yüzlerce kadının intihar edebilmesini önemsiz bir şey olarak tanımlayabiliyor ve koltuğunda rahat ve “itibarlı” bir şekilde oturabiliyor. Bu arada yine bu 8 Mart’ta var olan düzenle hiçbir meselesi olmayan bir feminizm de, kadınların adeta resmi temsilcisi olarak lanse edilmeye çalışıldı. Bence kadınların kurtuluş mücadelesi hangi düşüncelere sahip olurlarsa olsunlar kadınların siyasi kurumlarda daha fazla temsiliyet elde etmesiyle tanımlanamaz.
Yıllar önce New York “ta 8 Mart’ta eşit işe eşit ücret isteyen kadınlar sokağa dökülmüşlerdi. Bu gün yeni dünya düzeni en fazla kadınları yoksullaştırıyor. Kadınların geliştirdikleri kurtuluş yaklaşımlarının bazen onlara, karşı dönmek üzere muğlaklaştırıldığı bir dönemde çok sert politik sorunları olan bir ülkede yaşıyoruz. Ne yapmalı? Bulunduğumuz yerlerde kendimiz için ve dayanışmak istediğimiz herkes için sesimizi yükseltmenin yollanm aramalı. Bunu yaparken de hareketin bağımsızlığının, gündeminden ittifaklarına kadar her alanda titizlikle korunması gerektiğini düşünüyorum.
Geçmişimize ve geleceğimize sahip çıkmanın başka yolu yok.
Handan Koç