Kadına karşı erkek şiddetinin, kadın cinayetlerinin, zorla evlendirilen çocukların arttığı bir dönemde, 8 Mart öncesi, Tükiye’nin en ateşli tartışmalarından biri Kabataş olayı oldu. Başbakan kürtajdan, inanmadığı kadın-erkek eşitliğinden, kaldığımız evlerdeki cinsiyet dağılımından kafasını kaldırıp, Gezi olayları sırasından Kabataş’ta yaşandığı iddia edilen toplu taciz olayını ağzına dolayınca ‘kadının beyanı esastır’ ilkesi de tartışmaya açılmış oldu.
Bir tarafta, ‘ilkeyi yargı hükmüyle eşdeğer’ görenler, bir tarafta ‘bakın gördünüz mü demek ki esas değilmiş’ diyenler, diğer tarafta ise ‘söylemimizi araçsallaştırma’ diyen feministler.
‘Muhafazakarlığa Karşı Feminizm’ kitabının yazarı, feminist Handan Koç’la Kabataş olayına ‘kadın’ların bakış açısını konuşmak için buluştuk, sohbetimiz muhafazakârlaşan Türkiye’deki halimize uzandı…
»’Kadının beyanı esastır’ ne demek?
Kadınlarla erkeklerin eşitliği için bir taleptir. Ekonomik, siyasal, toplumsal olarak örgütlü erkek egemenliği içinde çok fazla sayıda kadının başına cinsel içerikli saldırıların gelebileceğini bilerek ve buna karşı mücadele vererek yaşıyoruz çok uzun bir zamandır. Bu saldırılar ‘ahlaksız’ veya’ hasta’ erkeklerin zihninin değil , kadın bedenini mülkleştirmiş bir dünya düzeninin’ ürünü. Kadınlar önce suçu kendisinde, bedeninde arıyor. Onlardan utanmaları bekleniyor. Düşünsel ve fiziksel engelleri aşmayı başarıp ev içinde veya dışında gördüğü cinsel saldırının cezalandırılmasını istediği zaman da onun ahlakını, namusunu sorgulayan bir hukuk sistemiyle karşı karşıya kalıyor. ‘Niye oradaydın? Ne yapıyordun? Evli misin? Bekar mısın?’… Ya da diyelim, kadın ‘Kocam beni dövüyor’ diyor, ama o anda morluğu gösteremediği zaman hukuk sureci başlamıyor. Zaten evinde yakını olan bir erkeğin kadına yaptığı ezayı hukuk sisteminin suç olarak görmesinin tarihi yeni… Bu kadına yönelik şiddet vakalarında, kadının sözünün bir ihbar değeri taşıması ve bu konunun soruşturma aşamalarının tarafsız bir gözle, yani kadın erkek eşitliğini varsayan bir hukuk sistemi içinde, kadını hakkını ararken onu incitmeden ele alınmasını hedefleyen bir taleptir.
»Ancak ‘beyan’ tartışmaları bu tanımdan farklı bir boyutta yürüyor…
Acı olan şu: Bu konu üzerinde düşünülmesini sağlayan hep şöhretler oluyor. Başbakan da bir şöhret olarak bu konuyu kullandı. Halbuki her gün bir sürü kadın kocası, akrabası, sevgilisi tarafından dövülüyor, yaralanıyor. Gezi gibi bir isyan hareketi içinde Başbakan tarafından politik bir propaganda amacıyla ele alındığı zaman, konuda politik olarak taraf olan herkes görüş bildirmek istedi. Konunun ilk çıkışı bir isyan ortamı içindeydi. İkinci çıkışı ise hükümetin bileşenleri arasındaki; yani Fethullahçılarla kavga döneminde oldu. Başbakan şimdi kendi ailesinin ve yakınlarının hırsız olmadıklarını ispat peşinde koşuyor. Ama eminim yerli yersiz kendisine karşı olanlar için “Bunlar bizim başörtülü bacımıza Kabataş’ta saldıranlardır” demeyi sürdürecektir.
GEZİ BÜYÜK BİR KADIN İSYANIYDI
»Bu ısrarın sebebi nedir sizce?
Gezi’nin son derece büyük bir kadın isyanı olduğunu hiç kimse inkâr edemez. En büyük sözcüsü Mücella Yapıcı, kentin nasıl olması gerektiğiyle ilgili çeyrek yüzyıldır söz söyleyen ve herkesi karşısına almayı göze alan bir kadın. Başbakan’a bu konuda ilk soruyu soran gazeteci kadını, Dolmabahçe toplantısında ‘Konunun sosyolojik boyutları var’ deyince Başbakan tarafından azarlanan sendikacı Arzu Çerkezoğlu’nu hatırlayın. Aynı şekilde eylemcilere de baktığınızda kadınlarla erkekleri bir arada görürsünüz. Türkiye’nin İslamcı, antikomünist ve antifeminist bütün hareketleri her zaman kadın vücudunun özgürleşmesine karşı siyaset yapmışlardır. Başörtüsü de böyledir. “Bizim başörtülü bacılarımıza, bir arkadaşımızın gelinine saldırıyor bu azılı kötüler” demek de aslında bu propaganda malzemesini yakından tanıyanlar için bildik. Düzeni değiştirmek isteyenleri hedef göstermek, kendi destekçilerini bütünleştirmek için bu ve benzeri dili sonuna kadar kullanacaktır. Alevilere ‘mum söndü’, komünistlere ‘kapıda şapka’, Gezi isyancılarına ‘kızlı-erkekli’ diyen bir kafa bu…
»Feministlere ne diyorlar?
Bu ara gizli kayıtlar, kasetler çok konuşuluyor. Başbakan’ın yirmi yıldır adeta gizlenmiş ama aslında legal, açık bir konuşmasında sarf ettiği sözler geliyor insanın aklına… 1990’da feministler bir ‘boşanma eylemi’ gerçekleştirmişlerdi. Sebep Anap ‘lı bakan Cemil Çiçek’in sorumluluğunda yürütülen Aile Araştırma Kurumu çalışmaları ve Müslüman-Türk aile yapısını güçlendirmeye yönelik bakanlık-devlet politikalarıydı. 30 kadın topluca boşanma için mahkemeye başvurdu. Slogan ‘Bizimle boşanır mısınız’dı. O yıllarda katıldığı bir toplantıda Tayyip Erdoğan bu konuda konuşuyor. Çok genç ama sesi, üslubu, el kol hareketleri aynı. Bizler için “Bu kadınlar istedikleri yerde istedikleri erkeklerle sevişmek isteyen kadınlardır” diyor. Daha neler neler… Meraklısı izlesin. Yıllar sonra Milli Görüş çizgisi gömleğini çıkarıp AKP kurucusu olduktan sonra bu minvaldeki görüşlerinin değiştiğini hiç düşünmedim. Onun ve kadın erkek destekçilerinin aile-kadın etrafındaki görüşleri değişikliğe uğrayamayacak kadar bütünlüklü. Nitekim “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” demesi büyük destek kaybına uğramasına yol açmadı. Üzerine anayasa oylaması oldu.
YEŞİLÇAM FİLMİ SENARYOSU GİBİ
»‘Benim başörtülü bacım’ ifadeleri ve Kabataş olayındaki argümanları bu çizgiyle nasıl örtüşüyor?
Kadınlar bir şekilde ‘iffetli ve iffetsiz’ diye ayıran bir dil varsa orda durmak lazım. Ondan (Zehra Develioğlu) ‘kadıncağız’ diye bahsediyor ve sayıyor: Kadıncağız… Çocuğuyla… Yavrusuyla… Kocası da var. Saldıranlar da deri pantolon giyiyorlar, kadının üstüne işiyorlar… Yani adeta eski Türk filmlerindeki; hani esrar partisi yapan, diskoteğe giden dejenere tipler. Yani rüyanda görsen inanmazsın, ancak filmde olacak sahneler. Ama biz olabilir diye düşünürüz. Erkek saldırganlığını tanıyoruz ve tarafız… Ama beyan esastır demek : ‘Yine de olsun, ne olursa olsun ,her şikâyetçi kadın haklıdır’ demek değil elbet.
»Böyle bir durumda nasıl tavır alınmalı?
Bir kadının başvurusunda Başbakan’ın onun avukatı olması fark yaratıyor. Ama yine de hiçbir kadını ‘Vay seni Başbakan niye savunuyor’ diye eleştirmemek gerektiğini düşünürüm. Cinsel saldırı Sözcü gazetesi okurlarıyla Akit okurları arasındaki değil erkeklerle kadınlar arasındaki bir konudur. Sakin olup, feministleri, feminist hukukçuları dinlemek lazım.
HÜKÜMET YALAN SÖYLÜYOR
»Görüntü çıkınca, aynı sakinliği korumaya ne gerek var?
Hükümet bu konuda çok ikiyüzlü ve tek yalan söylenen konu bu olsa daha sakin kalınabilirdi haklısın. Ama bir cins olarak tüm kadınlara gelebilecek hakaretlere karşı feminist temkini ve prensipleri terk edemeyiz. Temkinli olmak yalancıya yalancı dememek değildir. Diline doladığı muhtemel yalanlarından ötürü Başbakan’a kızmamıza bu vaka engel değil. O günlerde Başbakan’ın Gezi Direnişi’ni karalamak için yapmadığı şey kalmadı. ‘Kadınlar Gezi’de hangi tarafta olursa olsunlar, cinsel-cinsiyetçi saldırılar karşısında aynı tarafta olmalıdırlar’ diyoruz biz. Bunu demek için feminist olmak da şart değil. “Camii’de içki içtiler” olayında herkes nasıl davrandı ? Sakin davrandı. Günümüze gelirsek kendisi bir kara propagandaya sebep olmuş olsa bile bir kadın bizim için sadece ezilen cinsin bir ferdidir. Efendilik burada. Biz feminist terbiyemizi bozmuyoruz. Ama Başbakan’a karşı sakin olacağız diye bir şey yok.
»Beyanın esas olması hukuki süreci etkiliyor mu?
Açılmış bir mahkeme var. Başbakan “Adli raporu nerenize koyacaksınız” dedi ya iki turlu rezil bir ifade. Feministlerin istemine rağmen adli raporları kanıt saymıyor Başbakan’ın başında olduğu sistem zaten. Öte yandan bu güne kadar hiçbir erkek kadın beyanı nedeniyle mağdur edilmiş değil. Aksine kadınların aleyhine sonuçlanan bir sürü dava var. ‘Kadının beyanı esastır’ hukuksal sürecinin diğer öğelerinin, mesela masumiyet karinesinin karşısına, terazinin öbür kefesine koyulan bir şey değil. Kadının beyanı esastır demek soruşturmanın tarafsız yapılmasını garantilemeyi hedefler. Çok sancılı ve yıpratıcı olan kanıt yükünü erkeklere yıkmayı hedefler. Kadınların geliştirdiği bir talebi Başbakan kendi propagandasına en çirkin şekilde alet etti. ‘Bu talebin doğru mu, yanlış mı olduğunu’ değil; ‘Başbakanın yaptığı , ettiği doğru mu yanlış mı’ diye tartışmak lazım. Ve yanlış.
YA ‘EŞ’SİN YA ‘KIZ’…
»Hukukun güvenilirliğini yitirdiği bir dönemde yargı kararını beklemek ‘nafile’ olmuyor mu?
Bugün hukuk devleti dışına çıkarılmış bir ülkemiz var ne yazık. Üstelik başında kadın-erkek eşitliğine inanmayan bir kişi var. 8 Mart’la ilgili İstanbul’daki feminist grupların açıklamasında kadına yönelik şiddetle ilgili bu hükümetin iki yüzlü tavrı açık ediliyor . Bu hükümetin şöyle bir özelliği var; kadınları sadece aile içinde bir erkeğin ‘eşi’ veya ‘kızı’ olarak tanıyor. Bakanlığın adından kadını çıkarınca , sadece aile sıfatı kalınca rahat ettiler. Hiçbiri kadınların bağımsız eşit bir özne oldukları bir hayata saygı duymuyor bunun koşullarını sağlamak istemiyorlar. Şu anda bir savaş ortamında yaşıyoruz. Kabataş olayını da bir mermi olarak kullandılar. Bakalım daha neler olacak.
BU DAHA BAŞLANGIÇ!
»Peki on yıllarda kadın cinayetlerinin yüzde 1400 artmasında muhafazakârlaşma ne kadar etkili?
Kadınlar artık eskisi gibi değil . Gecen yüzyıl boyunca çok mücadele verdiler, hayatları çok değişti, hele zihinleri ve hayalleri aldı başını gitti. Nasıl olacak! Bu muhafazakâr sistem içinde kadınlara yönelik şiddet artıyor çünkü kadınlar özgürleşmelerini sürdürüyor, sorularını sormaktan vazgeçmiyor. Oysa egemen düşünce itaat ve biat üzerine kurulu… Şiddetin artmasında birçok neden var; biri görünür olması, eskiden şikâyet edilmiyordu. Kadın mücadelesiyle olan şeyler bunlar…
»Bu Fatma Şahin’in de argümanı…
O da ikiyüzlülük yapıyor. Kadınlar için istatistiklerin tutulması bu erkek cinayeti rakamlarının ortaya dökülmesi kadın hareketinin girişimleri ile oldu. Yani hiç yokmuş denen bir şey artık inkâr edilemiyor. Fatma Şahin ne yapıyor. Rakamlarla oynuyor, oynatılmasına izin veriyor. Cinsel hayattan ve arzulardan hem bu kadar bahsedilip, hem de bu kadar dinsel denetim olan bir dönem yaşanmadı. Yani ‘Gençlerin kız-erkek bir arada bir bankta oturmasını ahlaksızlık olarak görürüm’ diyen Başbakan yalnız değil! Şiddet bu gerginlikle çok alakalı. Ama daha önemlisi dinci düşünce kadının kapanmasını ve denetlenmesini bir gereklilik olarak görmesi. Kadınların özgürleşmesine karşı olan erkeklerin sırtını sıvazlayan bir düşünce hâkimiyeti var. Yıllar boyu Kürt hareketine karşı süren kirli savaş da eşitliğe kapalı kıyıcı bir erkek tipi geliştirdi. Parasız eğitim yok, iş yok. Bütün bu iklim; şiddetin artmasına sebep oluyor. Ama cinayetle ilgili en önemli şey şu; genellikle itiraz eden kadınların öldürülmesi vakaları çoğalıyor. Başbakan ve geldiği Milli Görüş geleneği ‘kadın itirazı’na çok dayanıksız. Kuraldışına çıkan kadın dövülebilir diye yazan o kadar çok ‘İslam ilmihali’ okudum ki…
»Başbakan Kabataş olayını ‘suç’ değil ‘ahlaksızlık’ üzerinden değerlendirerek ne demek istiyor?
Susurluk eylemleriyle ilgili Erbakan “gulu gulu dansı” demişti. Çünkü kendi taraftarında etki yaratacağına inanıyordu. O kadar çok kadın tacize uğrarken kayıtsız kalan, Münevver Karabulut olayı gibi trajik bir olayda “kızın ailesine kabahat bulabilen” kürtaj yaptırmış kadınlara “katil” diyebilen bir liderlik bu. Ama kadınların geri çekileceğini düşünmesin kimse … Gezi den kalan malum: Bu daha başlangıç….
***
Konu kadına şiddetse feminizme sığınsınlar
“Son 15-20 yıldır, İslamcı olmayanların özellikle İslamcı kadınları, koruması gerektiğine dair bir ideolojik hegemonya altında yaşadık. Bu bir kimlikçilik siyasetinin ürünü idi. Bu bakış açısına göre : ‘Kürtler, eşcinseller, kadınlar, Müslümanlar, Aleviler, farklı etnisiteler …’ ve statüko karşı karşıya idi. Meclis siyaseti ile ve AKP aracılığıyla demokratikleşme hedeflendi ve mümkün görüldü.Öyle olunca bazı muhalif, demokrat insanlarda iyi niyetli bir refleks gelişti: İslami düşünce sahiplerini korumalıyız! Ben Türkiye’de insanların oruç tutuyor, namaz kılıyor, hacca gidiyor diye devlet tarafından cezalandırıldığını düşünen biri olmadım. Kadınlarla Müslümanların benzer şekillerde baskı gören gruplar olarak tasnif edilmesini ideolojik olarak da doğru bulmam, bu gerçek de değil. Kadınların emeklerine erkekler tarafından el konulduğunu düşünüyorum zaten. Yani sadece ezilmiyor, sömürülüyoruz da… Kabataş hadisesi ile Başbakan tekrar başörtülü kadınlara sığınınca birçok insanın refleksi de başörtülü dostlarını korumak olarak şekillendi. Fakat bu konuda herkese tavsiyem eğer konu kadına yönelik şiddetse sadece feminizme sığınsınlar. Kadına yönelik şiddetle ilgili Türkiyeli kadınların yazdığı şeyleri okusunlar. Vakaları araştırsınlar. Davaları izlesinler. O zaman kafalarında bir sorun kalmayacaktır.”
‘HIRSIZ VAR!’ NİDALARINA RAĞMEN…
AKP’ye oy vermiş demokratların Başbakan’dan çok alacağı var. Öte yandan Başbakan’ın güçlenmesinde kendi tarihi hedeflerinin gerçekleşme ümidini bekleyen destekçileri var. Onlar bugünlerin hayali ile yaşadılar, eski hukuk sistemine değil liderlerine güveniyorlar. Kabataş konusunda feministlerin dediği önemli: Başbakan sussun, kadınlar konuşsun. Öte yandan ‘Hırsız var nidalarına rağmen, Dolmabahçe müezzinin uyarılarına rağmen, bakan çocuklarının yüzsüzlüğüne rağmen, Ebru Gündeş’in kocasına rağmen yaşanacak şeyler bizlerin sabrını sınayacak. Tek çaremiz aklımızı, fikrimizi yenilemek ve bilemek.