Referandumda Feminizmin İcabı Bence Hayır!
02 Eylül 2010 /Bianet
Feministler olarak bu hükümete kadınların eşitlik, özgürlük ve kurtuluş mücadelesi açısından güvenebilir miyiz? Recep Tayyip Erdoğan’ın “bana evet deyin” çağrısı karşısında soğukkanlı ve tarafsız kalabilir miyiz? Kalmalı mıyız?
12 Eylül’de hükümetin önerdiği anayasa değişiklikleriyle ilgili yapılacak referandum çeşitli açılardan ele alınmayı aynı zamanda da tavır alınmayı gerekli kılan bir politik süreci başlattı.
Ben bu yazıda devrimci-feminist bir kadın olarak bazı düşünce ve duygularımı aktarmak istiyorum. Duygularımı diyorum çünkü bu oylamanın tarihinde insanın, sinirlerini harekete geçiren bir zorlama var. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) sekiz yıldır hükümette ve kendini muhafazakar demokrat olarak tanımlıyor. AKP liderliği yolumuz Menderes’in ve Özal’ın yoludur diyor.
12 Eylül ‘ün bir ramazanın bitişine gelen otuzuncu yıldönümünde, bizlerden 12 Eylül ü bitirdiklerini ilan etmelerini sağlamak üzere oy isteyecekler. Bana kalırsa her kim ki 12 Eylül ün hedefinin sosyalist-devrimci insanlar ve düşünceler olmadığını iddia eder o kişi muhakkak yalancıdır. Bu anayasa değişikliklerinin Türkiye’de bir daha darbe yapılmamasını sağlayacağı da iddia edilemez.
Darbe zaten, yapanı kim olursa olsun, yasal düzenlemeleri filan ırgalamayan bir şey değil midir, allah aşkına. Peki, sağcı bir partinin “Hey! Devrimciler! Sizin yarım kalan hesabınızı biz görüyoruz” diye ortaya çıkması karşısında ne düşünülmelidir? Bence bu referandumda bizlere bir racon kesilmektedir. Dolayısıyla bu manevi koşulları belirtmeden süreci ele almak bence yanlış olur. Ama şimdi bunu bir yana bırakalım.
Bu yazıda basit bir soruyu ele almak istiyorum. Bizler feministler olarak bu hükümete kadınların eşitlik, özgürlük ve kurtuluş mücadelesi açısından güvenebilir miyiz? Recep Tayyip Erdoğan‘ın bana ” evet “deyin çağrısı karşısında soğukkanlı ve tarafsız kalabilir miyiz? Kalmalı mıyız?
Kadın erkek eşitliği
Kadın erkek eşitliğinin sosyal bilimler açısından bir anlamı ve kadınların hak mücadelesi tarihinde bir yeri var. Şunu biliyoruz: Üç İbrahimi din de, yani Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık insanın insana tahakkümüne karşıdır. Üçü de herkesi tanrıya karşı eşit hak ve sorumlulukta görür. Ama bu üç din de kadınların sosyal, kültürel ve dini hayata katılımını kısıtlamış, onları aşağı ve marjinal bir konuma itmiştir.(1)
İnsanlığın referansı din olmayan yasalarla yönetilmeye başlamasının tarihi çok eski değil. Bu süreç içinde erkek ve kadınların eşit haklara sahip olmaya başlaması ise bilindiği gibi uzun bir zaman aldı. Bugün de dünya kadın nüfusunun çok büyük bir kısmı erkeklerle eşit bir toplumsal hayat sürmüyor ve yazılı olarak da eşit haklara sahip değil. Peki, “eşit haklardan yanayım amma kadın ve erkek eşit değildir” demek, mümkün müdür? Bu aslında erkek egemen malumun ilanıdır.
Sadece muhafazakarlar değil ama erkeklerin ve kadınların çoğu erkeklerin ve kadınların birbirlerine akıl, beden ve ruh yapıları itibari ile çok benzediklerine ve “eşitler” olarak ele alınmaları gerektiğine inanmamaktadır. Ama feminist kadınların birkaç yüz yıl önce başlayan ısrarlı sorgulamaları zihinlere “eşitlik neden olmasın” diye bir soru takmış ve bu soruyla gelen kadın mücadelesi uygun sosyoekonomik ortamları bulduğunda önemli toplumsal değişimlere yol açmıştır. Bu cinsiyetler arası mücadele tarihinin bir evresidir.
Peki, Erdoğan’ın kafasında bu mücadeleye verilen bir kıymet var mıdır? Hayır. O aldığı klasik Türk sağcı dinci milliyetçi erkek terbiyesi ile hareket eden bir politikacıdır ve son derece ideolojik olan lügatinde eşitlik kavramı, “neden olmasın?” diye yer almaz, ama reddedilen bir sözcük olarak yer alır.
Bu AKP nin bütün yazılı parti dokümanlarında da böyledir. Nitekim 18 Temmuz’da, Dolmabahçe’deki başkanlık ofisinde bazı kadın kurumlarının temsilcileriyle Kürt açılımı başlığı altında yaptığı toplantıda onlara hitaben “Kadın ve erkek eşit olamaz, farklıdır. Mütemmimdir. Ben fırsat eşitliğinden yanayım. Biz muhafazakar demokratız. Halkımız bize bunun için oy verdi. Bizim politikalarımıza halk bu oyla destek veriyorsa, istiyorsa, biz bu oyların gereğini yerine getiririz” diyerek fikrini savunmuştur. Buna cevaben salonu tek bir kadının bile terk etmemiştir. Bu erkek egemen cürete anında bir tepki verilememiş olması bence kadın hareketinin tarihine oldukça ağır bir basiretsizlik örneği olarak girmiştir.
Kadınların özgürlük mücadelesi
Feministler açısından “özgürlük” de tıpkı eşitlik gibi politik mücadelede bir hedefidir. Feminist hareket için bu kavram her zaman erkeklerden ve onların değerlerinden ve tahakkümlerinden özgürleşmek için kullanılmış geliştirilmiştir.
Anne, baba ve çocukların belli güç ve emek dağılımı içinde yaşamasını sağlamak üzere örgütlenmiş olan patriyarkal-feodal aile ve modern çekirdek aile, kadınların hapishaneleri olagelmiştir. Bu yapıların kadınların altında halılar serili cenneti olduğu gerçekleri değil erkek egemen ideolojiyi yansıtır.
Başbakan bu 18 Temmuz toplantısının açış konuşmasında kadının annelik rolüne aşırı vurgu yapmış. Eleştirilere rağmen başbakan ısrarını sürdürmüş. Daha da ileri giderek, toplantıya katılan kadınları, kadının ailedeki rolü, güçlü ailelerin yapılandırılması konusundaki görevlerini anlatmadığı için eleştirmiş.”Çocukların bakımı annenin sorumluluğundadır. Kreş eken huzur evi biçer. Kadından anneliği çıkarırsak geriye ne kalır diyen bir kadın konuşmacıyı ise desteklemiş.”(2)
Burada kadınların özgürlüğü açısından başbakanın perspektifi gayet net ve tutarlı görünmektedir. Erdoğan bütün kadınların en az üç çocuk doğurması gerektiğini düşündüğünü ısrarla söylüyor. Kadınların çalışma hayatında yer almalarını çok gerekmedikçe tasvip etmiyor. Unutulmamalı ki, o sevgilisi tarafından öldürülen Münevver Karabulut‘la ilgili olarak “kızı boş bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya varır ” diyebilmiş bir başbakan.
O halde? Bu liderlikten kadınların özgürleşmesi adına ne beklenebilir? Onun saç telini göstermeden yaşamaları gerektiğine ikna ettikleri kadınların oyları ile özgür ve kuvvetli bir erkek olarak bize hükmetmek istediğini söylesek haksızlık olur mu? Onun ve hükümetinin ve kadrolarının ve onları destekleyenlerin biz kadınlara biçtikleri rolleri açıkça reddetmeden özgürleşmemiz mümkün müdür? Türkiyeli feminist kadınlar Erdoğan’a ve onun gibi düşünenlere karşı sert bir muhalefet yapmadan bağımsız bir güç olabilirler mi?
Kadın kurtuluşu İçin
Kadınların kurtuluşu hedefi bütün feminist ekoller tarafından savunulmuyor. Günümüz Türkiye’sinde birçok muhalif-solcu-okuryazar- liberal-hatta sosyalist insanda da kurtuluş kavramı alerji yapıyor. Ben bu kavramı seven ikinci dalga ekol içinden geliyorum. Kurtuluşu köklü bir dizi değişiklikle bugünkü ekonomik-sosyal-siyasal olay örgüsünün dışına çıkmak ve de yeni bir düzen için adım atmak olarak tanımlasak kimse “kızmayabilir”.
Kadınlar için kurtuluş devletin, onun himayesindeki ailenin, hukuk, sağlık eğitim, bilim ve güvenlik kurumlarının değişmesi demektir. Kurtuluş ev içinde yaşamaya ve analığa mahkum olmamak demektir. Evlenince doğurmak doğurunca evlenmek mecburiyetinde olmamak demektir. Emeğimize sermaye güçleri ve erkekler tarafından el konulmaması demektir. Cinselliğimizin bizim dışımızda tıp, pornografi, kitle iletişim araçları ile din ve toplum bilimleri ile tanımlanmaması demektir. Erkeklerden daha statüsüz işlerde daha az para kazanmaya mahkûm olmamak demektir. Tek tek kadınlar olarak aile kurumu içinde ve dışında erkeklerin vesayeti altında tutulmamak demektir. (3)
Şimdi şunu sormak istiyorum “Erdoğancı güçler” yirmi yıldır geliştirdiğimiz bu ve benzeri taleplere diyalogla yol verir gibi durmakta mıdır? Bunu soruyorum, çünkü birçok feministin elinin ve dilinin “Erdoğancı güçlere” karşı bağlı olduğunu gözlemliyorum.
Bu referandumda da feministler tutuk bir boykot çizgisinde yoğunlaşıyorlar. Bu halimiz kendi kurtuluşumuzu kendi ellerimizde değil başka hegemonik muhalif güçlerin gözlerinde aramamızdan kaynaklanıyor olmasın? Ben bizi ağır şekilde eleştirdikleri zaman devrimci dostlarımızdan haklı olarak esirgemediğimiz eleştirilerimizi, neden hükümete karşı daha yakıcı bir şekilde yönlendirmediğimiz sorusunu her platformda sormayı gerekli görüyorum.
Başbakan ülke seçimlerinde barajı kaldırmayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni dolduranların dokunulmazlığını kaldırmayı, siyasi partiler yasasını değiştirmeyi bile göze almadan 12 Eylül’ü bitireceğini ilan ediyor. Bu bir “düello” konusudur.
Bütün feminist değerlerimize düşman olduğunu ilan etmekten çekinmeyen bir başbakan “kadınlarımıza özel ayrıcalıklar” adı altında bize bir ikram teklif ediyor. Bu da biz kadınlar için bir “düello” konusudur.
Ben bu ikiyüzlü ikramı eşitlik, özgürlük ve kurtuluş hedeflerimizin gereği olarak, elimizin tersi ile itmeden güçlenemeyeceğimizi düşünüyorum. Bu yüzden, bu halk oylamasında, feminizmin icabı bence “hayır!” diyorum. (HK/TK)
(1) Karen Armstrong, İbrahim’in Kızları, Pazartesi Dosya:6 Din
(2) Aktaran Hülya Gülbahar- Evrensel Gazetesi-25- Temmuz- 2010
(3) Kadınların Kurtuluş Bildirgesi. Sf kaktüs-feminist özel sayı-1987