Handan Koç – Pazartesi Dergisi, Sayı 47, Eylül 1998
Balkanlarda savaş bitmek bilmiyor. Bosnalılar bugün Kosova da olanlar için “aynı senaryo diyorlar. Şuada köprüsü üzerinde barış için gösteri yapan kadınlar senaryonun yazarını biliyorlar mı? Sırbistan ve Bosna Hersek’ten kadm gruplan 8-9 Ağustos’tâ Saray Bosna’da barış yanlısı bir gösteri örgütlediler. Bu buluşmayı hazırlayanların bir bölümünün hiç beklemediği (en azından bahsetmemeyi tercih ettikleri) bir şekilde aynı günlerde Kosova’da yine etnik temizlik fikriyle beslenen bir ordunun saldırısı karşısında kadınlar, çocuklar, erkekler kendilerini savunmaya çalışıyorlardı. Eski Yugoslavya’da bir araya gelmeleri çok kolay olan Sırp, Hırvat, Makedon, Boşnak, Karadağlı, Arnavut, Sloven kadınlar başka bir tasnifle Müslüman, Ortodoks, Katolik kadınlar savaş boyunca birçok tehlikeyi aşarak zaman zaman toplanabilmişler. “Bugün Saraybosna sokaklarında yürümek kolay ama savaş suçlularıyla ilgili sorularına içini rahat ettirecek cevaplar arama,” diyor Belgrat’tan Saraybosna’ya yapılacak bu barış eylemleri için gelmiş olan Sanda. Onunla bu gösteriyi örgütleyen gruplardan biri olan Zene Zenema’nın (Kadınlardan Kadınlara) bürosunda konuşuyoruz…
Birazdan başka kadınlarla birlikte açık havada yapılacak bir sohbet toplantısına gideceğiz. Sanda anlatmayı sürdürüyor (kötü İngilizcelerimizle anlaşıyoruz) “Beıı 19901ı ydlarda feminizmle tanıştım. Yetmişli yıllarda bütün Yugoslavya’da kü.ük feminist gruplar varmış. Doksanlarda Belgrat’ta ilk çalışma cinsel şiddete karşı dayanışma merkezleri kurmak oldu. Bütün Balkanlarda ev içinde kadınlara yönelik şiddet çok yaygın. Bu yüzden kadınların ilgisi ve başvuruları yüksek. Yakın zamanlarda en çok mülteci kadınlarla ilgili çalışmalar yapıldı. Ben genç kızlarla çalışıyorum,” diyor. Biz bu konuşmayı sürdürürken kapı sürekli çalıyor. Bir çok feminist grap istedikleri halde Saraybosna’da yoklar. Çünkü aynı gün, Siyahlı Kadınlar’ın “Yedinci Uluslararası Savaşa Karşı Dayanışma Ağı” toplantısı başlıyor. Birbirlerini uzun süredir görmemiş kadınlann kucaklaşmaları Zeria Zenema’nın bürosunda sürerken günün ilk buluşmasına gitme zamam geliyor.
Toplantının yapılacağı parka Bosna Hersekin çeşitli şehirlerinden gelen çoğu orta yaşlı kadınlar akıyor. Bu kadınların çoğu hem savaş kahramanı hem savaş mağduru. Mesela İngilizce bilen yeğeni aracılığıyla konuşabildiğim Mirzada Siyercik dört yıldır kü.ük bir kadın grubuyla hiç kimsesi olmayan yaşlılarla çalışıyormuş. Mirzada Gorazde’de saklanarak ve kısa sürelerle şehri terk ederek saldınlardan korunmuş. Yaşlı ve hasta annesiyle uzağa gitmek mümkün olmadığı için korkunç günler geçiren şehrini terk edememiş. Bazı askeri bilgiler edinmiş, bombaların menzili, tahrip kuvveti ve en önemlisi korunma yöntemleriyle ilgili. Annesi ve o biraz da şans eseri sağ kalmışlar. Kocası savaşta ölmüş. İki çocuğunu akrabalarıyla bir mülteci kampına göndermiş. Onlar barıştan sonra geri dönmüşler. Dayton’dan sonra bu defa geri dönen ama evsiz, kimsesiz, bakıma ihtiyacı olan yaşlılara da yardım için bir ev kurmuşlar. Şimdi özellikle Kosova’da yaşanan savaşa hayır demek için buradalar. Etrafımız böyle kadınlarla dolu. Bu arada Priştine’den gelen İkbal’le tanıştırılıyorum. Sorduğum İngilizce soruya hayli düzgün bir Türkçe’yle cevap alıyorum. İkbal’in ablası ve onun kocası 1968’de Priştine’de üniversitede istedikleri bazı reformlarla ilgili eylemlere katılmışlar ve soma baskı gördükleri için Türkiye’ye yerleşmeyi seçmişler. Orada konuştuğum pek çok kadm gibi o da Tito’yu iyi bir şekilde anıyor. “Daha sonra ablamların istedikleri gerçekleşti,” diyor. Türkiye’ye onların yanına gelip giderken dilimizi öğrenmiş. “91’den 98’e kadar barış vardı ama aslında yoktu. Polisle askerle barış olmaz, biz bunu hep bekliyorduk her an korkuyla yaşıyorduk,” diye anlatıyor. Fotoğrafının çekilmesini istemiyor. Anlattıklarından çıkan zulüm 81’den beri hep yam başlarında olmuş. İkbal politik lezbiyen. “Bütün toplum değişmeli,” diyor. Bu konuşmalar devam ederken etraftaki basın mensupları çoğalıyor. Çünkü akşam Amerikalı kadın yazar Eve Ensler’in yazıp yönettiği ve Bosna’daki mülteci kamplarında kadınların tanıklıklarına dayanan oyununun gösteriminde rol alacak olan Glenn Close aramızda. Ünlü oyuncu bugünün ve gecenin bütün kadınlara derin duygular ve güç vermesini dilediğini söylüyor. Daha önce Meryl Streep’in Amerika’da bir kez oynadığı rolünü çok önemsediğini belirtiyor.
Gerekli Hedefler isimli oyun akşam Saraybosna ulusal tiyatrosunda oynanacak… Şehrin kuşatma altında olduğu yıllarda bombalara hedef olan binanın korunaklı arka kapısı kullanılmış ve Saraybosnalılar tiyatro izlemeyi sürdürmüşler. Parktan akşam beşte Şuada K.prüsüne gitmek üzere gruplar halinde dağılıyoruz. Arabadaki arkadaşlarım savaş boyunca Saraybosna1 dan ayrılmamış iki Sırp kadın. İkisi de öğretmenmiş ve savaş sırasında sığınaklardaki sınıflarda mesleklerini sürdürmüşler. Bosna’da yaşanan zulmün sorumlularının Sırp erkekler olduğunu söylüyorlar. “Bu birçok şeyi açıklamıyor, içinde yaşadığımız politik durumları analiz edebilmek başka ama erkekler değişmedikçe her şey zor,” diyorlar. Bütün dünyanın kadınlarını ve erkeklerini, sevdikleri öğrencilerini gibi koruyabilmek istediklerini söylüyorlar. Geçtiğimiz yolun iki tarafı yan yıkık boş evlerle dolu. Burası Sırp faşistlerin işgal ettiği ve terk ederken de yakıp yıkıp bıraktığı bir bölge.
Şuada Dilberovic 6 Nisan 1992 de Bosna Hersek’te süren savaşa karşı yapılan bir gösteride vurulmuş. Savaşta ölen ilk sivil. Saraybosna’da tıp fakültesinde okuyan yirmi iki yaşındaki Sııada’ıım üzerinde öldürüldüğü köprü onun adını almış. Dört yıl boyunca iki binden fazlası çocuk, yirmi bine yakın Saraybosnak ölmüş. Akşam olurken kadınlar ellerindeki çiçekleri güzel köprünün altından akıp giden nehre bırakıyorlar. CNN kameraları çalışıyor. kadınlar otobüslerine doğnı yürüyorlar.
Akşam izleyeceğimiz oyunun tanıtım broşürünün arasında, biri Birleşmiş Milletler genel sekreteri Kofi Amıan, diğeri Hillary B. Clinton imzalı iki mesaj var. Bosna Hersek’in yeniden inşası için çok önemli gördükleri kadınları selamlıyorlar. Oyunu bir mülteci kampındaki kadınların, onlara yardım etmeye çalışan Amerikalı kadın psikiyatristle aralarında geçen konuşmalara dayanıyor. Sanda’yla birlikte seyrediyoruz. O nerdeyse başından sonuna ağlıyor. Ben, saldırganlardan kaçarken kucağındaki bebeğini düşüren ve bir daha bulamayan kadının öyküsünde ağlıyorum. Oyundan sonra Sanda dağılmış bir halde. Bana sinirlerinin bozulduğunu her yerde ve her şeyde Amerikalıları görmekten bıktığını ama artık yardıma muhtaç bir ülke olduklarını ve bunun berbat bir şey olduğunu söylüyor. “Kimsenin hakkım yemek istemem, Türklerin de,” diyor. Tiyatronun önündeki bahçede sigara içiyoruz. Onlar gece Belgrat’a dönecekler. “Artık iyiyim,” diyor, vedalaşıyoruz. Ertesi sabah savaş boyunca gazetecilerin buluşma yeri olan Hotel Bosna’daki bir toplantıyı izlemeye gidiyorum. Birçok kadın kuruluşunun temsilcileri Eylül’de yapılacak seçimler öncesi New York’tan Bosna’ya gelmiş olan bir danışmanla toplantıdalar. Kadınlar eğitim ve sağlıkla ilgili ihtiyaçlardan bahsediyorlar. Yardım alırlarsa aldıkları yardımı hangi alanlarda nasıl kullanacaklarını anlatıyorlar. İçlerinden sadece bir tanesi fakir insanların kolay yönlendirilebileceğinden, Bosna için erkek, beyaz, zengin bir gelecek istemediklerinden bahsediyor. Duşka, Zenica şehrindeki Medica isimli kuruluştan.
Golumbia Ünversitesi’nden olduğunu sonra öğrendiğim David Phillips, Duşka’ya, “Siz ekonomi bakanı olmalısınız,” diye takılıyor. Toplantı bittiğinde savaş mağduru çocuklarla ilgili bir kuruluşun yöneticisi olan Enisa Riıstempasic ile konuşuyorum. Bu kuruluşun adı İKRE. Konuşma ilerleyince bu kuruluşun iktidardaki Alija İzzetbegoviç’nı partisine yakın düştüğünü anlıyorum. Savaş sırasında çocuklarının birini Türkiye’ye okumaya göndermiş olan Enisa Hanım o günlerde zor koşullar altında nasıl çalıştıklarını anlatıyor. “Şehirlerini bırakmayan ve savaşanlar sayesinde buradayız. İnsanlar sadece Müslüman olduklan için öldürüldüler, şimdi dinlerine daha çok sarılmalan çok normal,” diyor. “Yaklaşık 6 bin çocuğun birinci dereceden hiçbir yakınları yok ve hâlâ şehre dönenler var; dolayısıyla bu çocuklan akrabalarıyla buluşturmak bizim çalışmamızın önemli bir bölümünü oluşturuyor,” derken “Savaşta ırzına geçilen kadınlar kendileri istemediği müddet.e bir şey yapmamız çok zor,” diye ekliyor. Kosova’da bir süredir devam eden Sırp saldınları için, birçok kişi gibi “aynı senaryo” tanımım kullanıyor. Bu senaryonun yazarlarından bahsetmek istemiyor.
1980 öncesiyle soması arasındaki fark herkese, “Ne güzeldi altmışlı yetmişli yıllar,” dedirtiyor fakat yeni düşünsel ve politik dalgalar bunun sadece dolambaçlı yollarla veya evlerdeki sohbetlerde denmesine müsaade ediyor sanki. Her kadının okuma yazma bildiği, işsizliğin, evsizliğin, kreşsizliğin bilinmediği eski Yugoslavya Cumhuriyetlerinde, kadınların ülkelerinin geleceği için çok çalışmalan teşvik ediliyormuş. Bugünkü Saraybosna’da benim gördüğüm, dünyanın güçlü ülkeleri ve Bosna’nın siyasi partileri yüzlerce kurum aracılığıyla, kadınların savaş boyunca erkeklerin şiddetine karşı sabır ve gözyaşıyla oluşturduktan direncin yeni talipleri.
Kadınlar, yarattıklan etkiyi kendi lehlerine bir politik güce dönüştürebilecekler mi? Bu sorunun cevabım ilerdeki yıllar gösterecek.
Handan Koç