Kadıköy’ün iskelesi vardı
Karaköy iskelesi batalı bir yıl oldu. Yerine yenisi yapılmadı. Yolcular kışın soğuk, yazın sıcak olan bir barakada bekleşiyor. Vapurlar geçici bir platforma yanaşıyor. Anlaşılan o ki iskelenin bakımsız bırakılarak batırıldığı 11 Kasım gecesi suya düşen Akbil kasalarını arayan İDO yetkilileri paralarını bulduktan sonra eski iskeleyle olan bütün bağlarını kopardılar.
Bu yıldönümü vesilesi ile, işine vapurla gidip gelen biri olarak biraz geriye gitmek isterim. 25 Şubat 2005 tarihli Radikal haberi şöyle idi: “Şehir Hatları’nın İDO’yla birleştirilmesiyle 73 vapur, 54 iskele ve Haliç Tersanesi TDİ’den Büyükşehir Belediyesi’ne devrediliyor. Uzun vadede hedef vapur, deniz otobüsü ve motorların tek iskele, tek bilet altında birleşmesi. Buna göre, şehir hatları vapurları zamanla yerini deniz otobüsü ve motorlara bırakacak, vapurlar ise sadece belirli hatlarda ‘nostaljik amaçlı’ kullanılacak.”
Bir özelleştirme öyküsü
Her şey eski vapur çalışanlarının sirenlerini, düdüklerini çalarak şehre seslenmesiyle başlamıştı. Yakarış içindeki gemiciler “Bizim elimizden vapurları alıyorlar, sizi de batıracaklar, bu adamlar ehil değil” diye bağırıp çağırıyorlardı. Ama karşılarında global bir dalga vardı. Hiçbir şey düzeltilmiyor, özelleştiriliyordu. Uzun süredir karada pinekleyen sendikanın nefesi ise pek güçsüzdü. Öncelikle personel hakları için uğraş verdiler ve sonra sahneyi terk ettiler. İDO yönetiminin ilk görünür işi “iskele” tabelalarını söküp “terminal” yazanlarını asmak oldu. İstanbul’da iskeleye şehir hatları vapurlarının, terminale ise deniz otobüslerinin yanaşacağını biliriz. İDO değişimi başlamıştı ki, işe uyananların tepkileri de başladı. İzan sahibi kalemler çalıştı. Büyük bir kampanya düzenlendi. “Teflon” İDO yok böyle bir şey, kim sipariş vermiş o deniz otobüslerini canım, o tabelayı çocuklar şey yapmış diye yemin billah eden açıklamalar yaptı. Terminal tabelaları indi ve yerine turuncu da olsa iskele tabelaları asıldı.
Derken iskelelerde başlayan tadilatlar ilerledi. Önce iskelenin vazgeçilmezi olan kitapçılar buhar edildi. Vapur beklerken yeni çıkan kitaplara göz atmak geçmişte kaldı. Kadıköy’de patatesli açmasını hâlâ özlediğim yılların büfesi kapatıldı. Artık Beltur büfelerimiz vardı. Sonra yeni minik gazete bayiilerimiz oldu. Gerçi kitap dergi satmıyorlardı ama olsundu. Minik pencerenin önüne gazeteler diziliyor ve en üstte hep “Zaman” gazetesi oluyordu. Olsundu. Yine de turnikelere gazetenizi alıp ilerleyebiliyordunuz. Ama heyhat beş-altı ay sonra bu kulübeler de kapandı. Onların yerine haşlanmış mısır taneleri satan yerler açılacaktı.
Artık iskelede malum firmaların bisküvilerini yerken , “İDO över” reklam tabelalarında yazanları okuyarak zaman geçirilsin isteniyordu. Derken İDO en büyük atılımı yaptı. Yeni iskelelerin duvarları ekranlarla doldu. Vapur beklerken nerede oturursanız oturun Kanal 24’ün yayını karşınıza çıkıyordu. Bu televizyon AKP’nin yarı resmi destekçisi bir yayın grubuna aitti ama olsundu. Ayrıca ne malumdu bizlerin vapur beklerken televizyona bakmak istediğimiz. Ama yine de olsundu. Neydi o öyle arkaik vapurlarla, arkaik insan eylemleri yaparak gezmek. Denizi dinlemek, kafanı dinlemek, kitap okumak, not almak, uyumak filan. Bunlar geride kalmalıydı. İşte her yerden güvenlik kameraları bizi gözlüyor ve biz güvenli bir kanalı izlemeye davet ediliyorduk.
Çakma vapurlar
Bu çakma vapurlar gerçekten de eski vapurlara hiç mi hiç benzemiyor, işin fenası bir şeye de benzemiyorlar. Canım Karaköy İskelesi -ki nice lodoslar görmüş de batmamıştı- İDO’nun ellerinde inleye inleye, ağır ağır battı. Korkuyorum birkaç eski vapur da bu sahtelerine bakıp bakıp kahırdan eriyecek. İskele batışından çevresi de bir tuhaf etkilendi. Öyle ki batıştan hemen sonra, iskelenin hemen ilerisindeki küçük parkın içindeki onlarca ağaç aceleyle ile söküldü. Çiçek tarhları dağıtıldı. Banklar kaldırıldı. İstanbul’un en çok insan geçen ve en güzel küçük meydanlarından biri olan bu alan, çamura ve toza teslim edildi. Ama üzülmeyin. Bu çamurun içinden önünüzdeki denizi ve karşınızdaki Topkapı Sarayı’nı görmenizi engelleyen iki “anıt” yükseltildi. Biri dev bir reklam panosu, ikincisi ise belediyenin üstüne İstanbul veya Topbaş veya Demircan fotoğraflarını yapıştırdığı dev üçgen pano.
İDO öncesi Kadıköy iskelesine girmeden bir klasik saat görürdünüz ve zamanı anlardınız. Artık iskelede saat yok. Ama biz yolcular hâlâ okuyor ve düşünüyoruz. Kollarımızdaki saatlere bakıyoruz. Dev çirkin panoların arasından, çamurda, yağmurda ve sıcakta vapurlara binmeye devam ediyoruz. İskelenin yerine ne yapılacak, bu rantlı işle ilgili neler planlanıyor bilmek istiyoruz.