Gezi direnişi ve kadınlar
Gezi Direnişi Üzerine Düşünceler, Nota Bene Yayınları, Ekim 2013
Gezi direnişinin tartışılamaz üç özelliği var: Baş düşmanı hükümet ve başbakan. Büyük ve kendiliğinden bir halk hareketi ve kadınların her açıdan damga vurduğu bir hareket. AKP yi ve temsil ettiği şeyleri sevmeyen, benimsemeyen her yaştan ve sınıftan kadınların Mayıs ın son gününden itibaren biberine, gazına aldırmadan nasıl büyük bir hevesle meydanlara aktığını herkes gördü.. Gezi’nin ve Taksim meydanının biber gazı kapsülleri ile adeta dövüldüğü her bir anda bir politik parti, bir etnik hareket veya bir sivil toplum hareketinin “gömleğini” giymemiş ama şehrinin ağaçları ve park etrafında kenetlenmiş kadınları görmek mümkündü.
Kadınlar sırtlarına bindirilmiş her türlü zaman ve mekan yasağını delerek daha önce bu kadar kalabalık bir şekilde tatmadıkları bir özgürleşmeyi yaşadılar. Peki kimdi bu kadınlar ne istiyorlardı ve gezi direnişinden geriye kadın hareketi açısından etrafında kafa yorulacak hangi meseleler kaldı.
Bu küçük yazıyı Beyoğlu’nda küçük bir dükkanı olan feminist bir kadın olarak hergününü semtimde yaşadığım direniş tecrübeme dayanarak yazıyor olacağım.
Güçlülerin belediye başkanı
Beyoğlu’nun kaldırımları Recep Tayyip Erdoğan’ın şehirle ilgili uygulamaları ile 1996 Yılında Habitat günlerinde yakından tanışmıştı. Beyoğlu semtinin kül yutmaz ve realist esnafı bu güçlü belediye Başkanından güçsüzlere bir fayda dokunmayacağını ta o zaman bizzat görmüştü. Ama bu ayrı bir yazının konusu. Yine de o günlerde birileri gelip bize Türkiye’ nin sinema eleştirmenlerinin Emek sinemasını kaybetmek istemedikleri için yıllarca film seyrettikleri bu kutsal binanın önünde ,tomalarla ıslatılıp , gazlanıp dövüleceklerini söylese inanmazdık. İçki yasağı ise açıkça beklenmiş gelmeyince sevinilmişti.Gezi direnişi yaşadığım semtte sadece politik gösteri yapmak isteyenlere değil semtin ruhuna uygun herhangi bir şey yapmak isteyenlere karşı girişilen hain bir saldırıya cevap oldu.
Direniş şehirlerde hiçbir örgütlü politik güç tarafından bütünü ile temsil edilmeyen bir” insanlık” gücünü meydana çıkardı. Gözümüzün gördüğü şuydu insanlar özgürlük ülküsü etrafında aniden coşmuştu. Biz zaten coşmaya dünden hazırdık. Herkes bu uğurda başka insanlarla yardımlaştı. Herkes daha once yapmadıklarını yapmaya cesaret ederek bunun tadına vararak değişti, değiştirdi ve mutlu oldu. Türkiye’nin politik baskıya, gerçekleri çarpıtmaya, oligarşik talan ve toplumsal çürümeye dayalı insanlık dışı patriyark -kapitalist düzenini birlikte isyan ederek değiştirme dışında bir “demokratik” veya “anti-demokratik” seçeneğimiz olmadığı böylece gözler önüne serildi. Direnişçiler despotizmden kurtulmak için tek hedefin başımızdaki despotlardan kurtulmak olduğu gerçeğini inkar etmeyi imkansız kıldılar.
Bu büyük tarihi dalgalanma bence Türkiye ‘de varolan her muhalif politik gücün yetersizliğini gösterdi ve onları adeta büyüklüğü ile ezdi ve onlar belki bilmiyor ama feshederek yenilenmeye mecbur bıraktı. Sanki toplumcu bir akımın ilk doğum anı yaşanıyordu. Bu naif güç büyük bir idealizm ve cesaret gösterisi yaparak kendi öncesindeki “muhalif kurum” ve eğilimlerinin gerçek kollektivizmin kapsayıcı, romantik ve yardımlaşmacı kabiliyetinin ne kadar uzağında kaldığını resmetti.
Ben Gezi dalgası biz feministlere de kadınların bizlerden ileride başka bir yerde olduğunu gösterdi diye düşünüyorum . Muhakkak gezi kadınları eşitlikçi ve özgürlükçüydüler. Elbette cins ayrımcılığına karşıydılar. Belki kadın hareketi dediğimiz şeyin vücut bulmuş hali idiler Ama bizlerin tanımladığı kadın hareketinin etki alanında mıydılar tartışılır. Öte yandan Gezi günleri Türkiye ‘de kadınların erkek egemen sistem karşısında ne kadar güçlü ve özgüven sahibi bir profili olabildiğini dosta düşmana gösterirdi öyle ki kadınların bu setlikten yılmayan kalkışması özgürlükçü dili ile iktidardaki partinin kadın erkek eşitliği fikrine tepedern tırnağa yabancı doğasını berrak bir şekilde açığa çıkardı. Bizzat başbakanın en fazla sinirlendiği , çatıştığı ve ama ezemediği kişiler kadınlar oldu. Çünkü başbakan kendisi ile tartışan, kendisine meydan okuyan kadınları maalesef on yıldır ilk defa burnunun dibinde görüyordu. Gezi direnişinin bence en önemli bir diğer sonucu iktidardaki koalisyonu şu ya da bu şekilde destekleyen herkesi kadın-özgürlükçüleri nezdinde artık gayri meşru hale getirmesidir
Eşit kadınlara dayanamayan bir erkek
Gezi direnişi malum büyük çatışmalarla geçti. Emniyet kuvvetlerinin İstanbul’a ABD başkanı Bush’un Nato zirvesi için geldiği 2004 Haziran’ında en yüksek dozda tatbik etmeye başlayıp o gün bu gün sürdürdüğü acımasız biber gazı saldırganlığı yıllar sonra ilk kez nakavt edildi. Hem de neşesi hiç eksik olmayan bir mücadele ile biber gazı duvarı yıkıldı. Üstelik geriye çocukların sevgilisi “sık bakalım diye “bir şarkı bırakarak Bir haziran günüde yaşanan devrimci kopuşun fotoğraflarına bakan herkes Ankara ve İstanbul da kalabalıkların nasıl çok cinsiyetli olduğunu görecektir. Cesaretin ve inadın bu toplu fotoğrafı erkekliğe değil insanlığa yazıldı. Bu biz kadınlar için o kadar gurur verici ki bunu kadın olmayanlar anlayamaz. Polisin yüzüne gaz sıktığı kırmızılı eylemci kadın, tomanın önüne geçip kollarını açan eylemci kadın işte o toplu büyük fotoğrafın kareleri olarak görülmeli. Sonrası var direnişin kritik gününde bir salon dolusu gazeteci arasında başbakana “soru sormaktan kaçmayan” muhabir kadını hatırlıyor musunuz ve başbakanın onu cevaplamazken daha doğrusu azarlarkenki patriyark suratını. Peki başbakanın gezi toplantısında olayın sosyolojik boyutlarına dikkat çeken sendikacı Arzu Çerkesoğlu’na nasıl dayanamayıp toplantıyı terk ettiğini unutmak mümkün mü? Yirmi yıldır şehirlerin çehresini insanlık lehine çevirmek için uğraşan Mücella Yapıcı’nın yüzü nü, Taksim Dayanışma ‘nın en hızlı atan damarı olarak tarihi park merdivenlerinde gaz altında konuşurkenki sesini, bir kadın hem de ne yetkin bir kadın olarak yazdığı yazıların rantçıları ürperten bilgi yükünü küçümsemeye kim yeltenebilir?
Türkiyenin bütün şehirlerinde her dilde yapılan tüm eylemlerde kadınlar erkeklerle beraber oldular. İstanbul da gezi parkı. Ankara da Kızılay günlerce gecelerce ;kadın ve erkeklerin bir arada ördüğü büyülü bir insan ağı ile korundu gözetildi. Kadınlar bu güç gösterisini yaparken tıpkı herkes gibi çapulcu olarak görülmeyi ama aynı zamanda erkeklerle çatışmayı ve ahlaken yargılanmayı da göze aldılar. Bu noktada Feminist Politika dergisinin 19. Sayısında yer alan Cemre Baytok yazısından bir alıntı tapmak istiyorum: “ Kadınların sokakta ,parkta ,toplantılarda polis şiddeti karşısında , aslında temel olarak evlerinin dışında, erkeklerin ilan edilmiş alanlarında bunca yer almaları elbette küçük büyük çatışmalarla mümkün oldu. Kimisi”ev işini bırakdünya dursun “misali ev işlerinden çekildi, kimisi toplantılarda söz hakkı için defalarca israr etmek zorunda kaldı. Kimileri parktaki iş bölümünde kadınlara çağrının mutfağa olmasına sinirlenip güvenlik işine koyuldu…Mayıs sonundan beri sokakları bunca sahiplenmek ile kendi bedeni , yaşamı hakkında söz sahibi olmakta diretmek arasında bağ var.”
Gezi parkında feministler ve kadınlar yılların sloganı” geceleri de sokakları da istiyoruz “u aştılar hükümete elini parklardan ve erkeklere elini bedenimden çek dediler. Duran adam ın hemen yanında duran kadın olup eylemi cins egemenliğinden arındırdılar. Gazdan adam a beraber gaz yemedik mi diye sitem edip sinirlendiler. Feministler ilk günün öfkesini küfürle ifade eden dil üzerine uyarılar eylemler ürettiler sözleri de kabul gördü. Ekşi sözlükten bir alıntı yapacak olursak:
“Gezi günlerinde kadınlar kendi haklarını kimseden icazet beklemeden talep etmişlerdir. erkek tasallutuna boyun eğmemişlerdir. gücü erkeklikle simgelemek artık boş bir çabadır. halen “o.ç, askerleriyiz, i*ne” slogan düzeyinde gezen erkekler elbetteki bir aşama kaydedemezler. bir şeyleri protesto ettiğini sanarlar o vakit ama iktidarın ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir şey de yapmazlar.”
Kadınların kendi öfkelerinin dilini nasıl oluşturacağı da gezi sonrasının tartışma konularından biri. Direnişin gövdesi ve dili bu kadar kadınlı iken başbakanın, vali nin yiğit bulut un ve fatih Altaylı nın erkekliği o kadar göze batıcıydı.
Hükümetin dili ve kadın düşmanı ruhu
Sosyal medya da dolaşan bir listede hükümet üyelerinin kadınlarla ilgili bazı sözleri alt alta dizilmiş. İlk sırada başbakan a ın Dilşat Aktaş için söylediği”kadın mıdır, kız mıdır bilemem” sözü yer alıyor. Hatırlarsanız Dilşat Aktaş Hopa da Metin Lokumcu’nun öldürülmesine karşı yapılan bir yürüyüşte polisin aşırı saldırganlığına bir Toma nın üstüne çıkarak karşılık vermişti. Polis şiddeti sonucu omurgası zedelendi.2011 yılında Pınar Öğünç’ün sorularına cevap verirken şöyle demiş:
“Erdoğan kadın düşmanlığını kendisi o kadar iyi ifade ediyor ki, bizim bir şey dememize gerek kalmıyor. Şunu artık anlaması gerekli: Kadınlar onu sevmiyor. AKP’nin toplumsal yardım politikalarını, kendi ahlak ve toplum anlayışında kadına biçtiği rolü reddeden kadınlar onun için bir tehlike. 2023 planları yapıyor. Ben o planlar için bir tehlikeyim. Karadeniz’de HES mücadelesine bakın, İstanbul’da, Ankara’da kentsel dönüşüme karşı verilen mücadeleye bakın. Hepsinde kadınlar sürükleyici rolde. İşte bu yüzden biz tehlikeyiz. Panzerin üzerine çıkan bir erkek olsaydı böyle tepki vermeyecekti. Sadece bu yüzden belden aşağı vurdu.”
Geçtiğimiz günlerde Diyanet işleri başkanımız “Suriye de insanlık öldürülüyor siz hala kadına yönelik şiddetle uğraşıyorsunuz diyerek “ Birleşmiş Milletleri eleştirdi. Kimbilir yeni bir evreye giren iktidar güçleri daha neler diyecek.Aşağıda aktaracağım liste herkese zaten bildiği teşhiri gereksiz ifadeler gibi gelebilir. Ama feminist kadın hareketi bu ifadeleri her politik saftan, etnisiteden. dinden, dilden kadınla tekrar tekrar tartışmak zorunda. Çünkü bence kadın düşmanı despotları ve tezlerini tüm kadınların nezdinde çürütmeden Gezi ‘nin ilerisine sıçramak imkansız
– “Kadına şiddet abartılıyor.”
Tayyip Erdoğan / Son 7 yılda %1400 artan kadın cinayetleri hakkında.
– “Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum.”
Tayyip Erdoğan / Kadın dernekleri ile yaptığı toplantıda.
– “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum.”
Tayyip Erdoğan / Kürtaj tartışmaları hakkında.
– “Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar.”
Recep Akdağ / Akp Bakanı, Kürtaj tartışmaları hakkında.
– “Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masum.”
Ayhan Sefer Üstün / Akp Milletvekili, İnsan Hakları Komisyonu Başkanı
– “Tecavüze uğrayan da kürtaj yaptırmamalı.”
Bosna’da kadınlar tecavüze uğradı ama doğurdular.”
Ayhan Sefer Üstün / Akp Milletvekili, İnsan Hakları Komisyonu Başkanı
– “Kadın ahlaklı olsun, kürtaj yapmak zorunda kalmasın.”
İ.Melih Gökçek / Akp Ankara Belediye Başkanı
– “Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün? Anası ölsün.”
İ.Melih Gökçek / Akp Ankara Belediye Başkanı
– “Yalnız bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya.”
Tayyip Erdoğan / Münevver Karabulut cinayeti hakkında.
– “Kızlarına sahip çıksalarmış.”
Celalettin Cerrah / Münevver Karabulut cinayeti hakkında.
– “Medya olayları abartıyor. Kadına yönelik şiddet algıda seçicilik.”
Fatma Şahin / Akp Bakanı
– “Evdeki işler yetmiyor mu?”
Veysel Eroğlu / Akp Bakanı / Kendisinden iş isteyen kadına.
– “Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek.”
Mehmet Şimşek / Akp Bakanı
– “Kızlar okuyunca erkekler evlenecek kız bulamıyor.”
Erhan Ekmekçi / Akp İl Genel Meclis Üyesi
– “Türk kadını evinin süsüdür.”
Vecdi Gönül / Akp Bakanı
Dışarıdan bakınca seküler
İmmanuel Wallerstein Gezi direnişi hakkında yazdığı 15- Haziran tarihli Kürtlerin İkilemi başlıklı makalesinde şöyle demiş:” Benzer protestolardaki gibi, protestocular şimdi çok geniş yelpazeden insanları kapsıyor. Protestoda seküler sol olarak adlandırılabilecek gruplar, ve özellikle iktidardaki “ılımlı” AKP’nin İslamcı kuralların ve kısıtlamaların empoze edilmesine karşı çıkan kadınlar var”
Bazen bazı toplumlara uzaktan bakmanın insanları yerel ideolojik klişelerden koruyan daha evrensel olarak ortaklaşılmış kavramlara yönelten bir etkisi oluyor. Bu makalede yapılan belki çok derin ve çok doğru bir analiz değil ama Wallerstein epeydir feminist çevrelerde hiç kullanılmayan bir kavramı ne rahat kullanıyor. Çoğu Türkiyeli muhalifin Ulusalcı veya Atatürkçü sıfatını kullanacağı bir cümlede “seküler “diyor ve bence doğr yapıyor. Şöyle düşünüyor ve soruyorum:Feministler olarak sekülerizmi kendimizce , kadınların kendine özgü meselelerinden biri haline getirmek , kadınlar için özel öneme sahip bir öğreti olarak yeniden tanımlamak ve gezi ruhu ile tartışmak bize yararlı olmaz mı?Her türlü rkçılığı ve bazı cumhuriyetçilerin içine işlemiş “kürt düşmanlığını”, erkek egemenliğine ve hükümete karşı olan tüm kadınlarla tartışabilmek için ille de bir parkta ateş altında ve direnişte mi olmalıyız. Bugün sekülerizmin kürt kızkardeşlerimizin de meselesi olduğunun bilinci ile davranmamız gerekmiyor mu? Gezi sonrası iktidarca ülkenin gündemi haline getirilen Suriye ve Mısır’da kadınların özgürlükçü taleplerini “ darbelere hayır “ “militarizme hayır” gibi basma kalıp ifadelere kapılmadan araştırmamız, bölgemizin kadınları ile yeni- islamizmin yeni saldırıları etrafında ortaklaşmaya çalışmamızda fayda yok mu?
Yoksa ayrı parklarda, ayrı forumlarda tartışıp kendimizi korumaya çalışmak daha mı iyi olacak?
Gezi’nin bize öğrettiği en önemli şey gerçekleri fikirlerimize uydurmaya çalışmanın tehlikesi olmalı diye düşünüyor ve bir gezi klasiği ile bitirmek istiyorum: Kız olursa rennie, erkek olursa talcid olsun, ille de direnişçi olsun..