feminizmkent ve yaşam

Futbol kadınlar için de futbol mu?

arjantin-maradona-kardeslerYazıya destek verenler

(SBF’Derli) Dursun, Sevgi, Necla, Mete, Yalçın, Hasan

İşte bir dünya kupası daha sona erdi. Bu oyunu seven bir feminist olarak üzgünüm. Sıcak yaz akşamları başlamasını iple çektiğim maçlar olmayacak artık.

Futbol iyi de…
Muhakkak birçok Türkiyeli insan bu kupa ile hiç ilgilenmedi. Çünkü ya bu oyunu ya bu kültürü sevmiyordu. Birçoğu işe ya imkânı olmadığı için ya da belki iş aramak, evi geçindirmek, belki maden göçüğünde kalan yakınlarını aramak ve belki de Hakkâri’deki sevdiklerinden haber almak telaşındayken dünya kupası ile hiç ilgilenmediler. Ama belki yine aynı kişiler birçok tatsız akşamlarını bir topun peşine takılmış yirmi iki delikanlının mücadelesini izleyerek biraz neşelendirdiler.

Öte yandan eminim ki bu maçlar birçok kadın için zulüm anlamını taşıdı haklı sebeplerle. Evli veya sevgilisi ile birlikte yaşayan bir kadın için salonda koltuğuna ve maça gömülmüş bir erkek pek çok sebeple çıldırtıcı olabilir. Hele bir de çocuğunuz varsa. Siz belki akşam işten gelmiş ve ne yemek yapacağınızın hesabını yaparken, onlar sadece golü kim ne zaman atacak diye düşünüyorsa. Siz oğlan not yükseltme sınavına hazırlanmalı diye endişelenirken, onlar maçın kahramanı kim olsun diye sms gönderiyorsa. Siz pazardan ağır torbaları yüklenmiş gelirken onlar kahvede goool diye havaya sıçrıyorsa. Siz ücretinizi ince dilimler halinde kira, kızın pabucu, annemin dişçisi diye bölüştürürken, erkeğiniz elinde ne varsa iddia kuponuna yatırmışsa. Kızmamak elde mi?

Sektör kötü ama
Çok söylenen bir şey var ki doğru futbol artık bir sektör. Yirmi birinci yüzyılın eski yüzyıldan devredenlere eklenen yeni oligarklarıyla güçlenen tekelci sermaye düzeni futbolu seviyor, futbol aracılığı ile yaratılan kahramanları seviyor, maçların izlenmesini seviyor. Çünkü bu iş üzerinden hem para kazanıyor, hem kendi fikir âlemini güçlendiriyor. Yıldızlarını reklama çıkarıyor, araba veya coca cola satıyor, yıldızların hayatı aracılığı ile bir magazin kültürü oluşturuyor. Yani bu iş sportmenlik mecrasından çıktı artık. Doğru mu? Doğru.

Diğer yandan zaman zaman kendilerine “futbolist solcular” diyen bir ekol var ki onlar son otuz yılda dünyada ve Türkiye’de kuvvetleniyor. Onlar tuttukları takımın formaları ile bir Mayıs’a gelmeyi, şovenist slogan atanları yuhalamayı, ezenlerin hükümetleri ile mücadele planlarını “bu maçı alacağız” diye formüle etmeyi seviyor. Hem Latin Amerika’nın kesik damarlarını hem de “gölgede ve güneşte futbol” kitabını yazan Galeano’yu seviyorlar. Bu büyük “saha” da bizim olsun. Bu oyun insanların. Bizler daha insanca bir dünya için yaşayanlar, niçin bu büyük eğlence ve metafor âlemini onlara bırakalım. Biz kendi sembollerimizi tahkim etmek için, takım olma ruhu için, “güzel hareketler” için “güzel oyuna asılalım” diyorlar. Asılıyorlar da.

Kocam kendini Arda sansın
Ama yine aynı kişiler çoğu zaman en masumu ve demodesi “fincanı taştan oyarlar” olan, karşı takımı yenmeyi onları “kadınlaştırma” olarak görmüş olan dilin dışına çıkamıyorlar. Çıkamadıkları gibi bu kalıbı yeniden üretiyorlar. Ama öte yandan kadınların maç seyretmeyi sevenlerinin sayısı gün geçtikçe artıyor. Türkiye’de pala ile karşı takımın yolunu kesmeyi sürdüren erkek fanatizmi sürüyor. Ama bir tarafta da erkeklerle birlikte küfre kıyamete bazen aldırmadan bazen katılarak maçların zevkini statta çıkarmayı seven kadınların futbol sevgisi var. Kadınların bir kısmı sırf sevdikleri için, bir kısmı işe bu alanı niye erkeklere bırakalım ki inadından futbolla yatıp futbolla kalkıyor. Artık, yeteneği kadar fiziğine bakılarak da seçilse spor spikerleri kadın var. Daha önemlisi bir sürü futbol hastası, futbol analisti kadın medyada yer alıyor. Elbette futbolla ilgilenmeyen pek çok kadın var. Onların bir kısmı da haklı olarak “ya futbol basit bir oyun, anlaşılamayacak bir şeyi yok ben ilgilenmiyorum başka şeylere vakit ayırdığım için” diyor. Ayrıca “ilgilenmiyorum ki benim adam kendini bir şey sansın, eğlensin, halı sahada kendini ister Arda ister Delgado sansın, ama Alex gibi efendi olsun, Deniz Barış gibi iyi baba olsun, spor yapsın, kaslansın” diyor. Ne dersiniz demiyor mu, demiyor muyuz?

Galipler bizden olsun
Efendim sizi bilmem ama bu yılki kupada benim çevrem daha çok Arjantin’i tutuyordu. Ben ille de bayılmıyordum ama kupa güney Amerika’ya gitsin istiyordum. Madem Maradona’yı, futbolu ve tüm macerası ile seviyoruz onun çalıştırdığı takım alsın kupayı istiyordum. Tabii biz uzaktan çok seviyoruz, ama onu yakınlarına hele Arjantinli akıllı kadınlara sorma imkânımız maalesef yok. Ne ise sonunda Latinciler için kötünün iyisi İspanya şampiyon oldu ama kupa Avrupa’da kaldı.

İspanya’nın şampiyonluk kutlamalarında gördük ki sokağa dökülüp eğlenenlerin pek çoğu kadın. Ama biliyoruz ki mahalli -erkek erkeğe- futbol eğlencelerinde, stada giriş ve çıkışlarında yoldan geçen kadın olmak bile bazen zor olabiliyor. Ama İran, Pakistan gibi ülkeler hariç kadınlar büyük şehirlerdeki, büyük futbol eğlencelerine rahatlıkla katılabiliyor. Zaten İspanya’da kadınlar futbol izlemeyi seviyor ve erkeklerle birlikte “joder” demekten çekinmiyormuş. Doğrusu ben de o törende olmak ve kalecileri Casillas’ı dünya gözüyle görmek, isterdim. Ayrıca meraktan ölüyorum inşallah sağcı değildir diye. Gerçi Paraguay maçında penaltı atışını tuttuğu Cardozo’nun döktüğü gözyaşlarına da kıyamadım. Ama iyi kaleciydi Allah için.

Kupada bir de Afrika taraftarları vardı ama onlar ve gerekçeleri de Gana yenilgisi ve vuvuzela sesleri arasında eridi gitti.

Almanya’nın “Zidane’ları”
İspanyolların “Katalan’ları”

Dünya kupası, izlendiği salonların çoğuna politik iddialaşmaları da muhakkak getirir. Ben 1974 de on üç yaşımda ilk seyrettiğim dünya kupasında Batı Almanya’ya karşı, Doğu Almanya’yı tuttuğumu gayet net hatırlıyorum. Üstelik evin erkekleri böyle düşünmediği halde. Yine ayni turnuvada Hollandalı Rep’i çok beğendiğimi hatırlıyorum. Sonradan baktım hiç yakışıklı değilmiş, çocukluk işte. Ama bugün olsa yine Doğu Almanya’yı tutarım. Ne ise. 1974’te Almanya yenince üzülmüştüm. Bana Hollandalılar daha mazlum görünmüştü. Oysa Alman oyuncular o maçta Hollandalıları yıkan kendi kibirleri oldu diye yorum yapıyorlarmış yıllardır. Ama yine de Cruyff mu Beckenbauer mi diye sorsalar, hâlâ
Cruyff, çünkü oynattığı futbol güzel derim.

Evet, futbolu bir oyun olarak sevenler için dünya kupasının politik göndermeleri öğretici oluyor. Mesela bu kupada İspanya şampiyon olunca on bir oyuncusunun yedisinin Barcelonalı olması hatırlandı. Barselona malum İspanya’nın 17 özerk cumhuriyetinden birisi olan Katalanya’nın takımı. Öte yandan bu takıma Türk Hava Yolları’nın reklamlarında oynadığı için de aşinayız. Bu ilerici halk aynı zamanda İspanya’nın en zengini ve 2005’ten beri de İspanya’dan ayrılmak istiyor. Bu vesile ile İspanya maçı seyredilen pek çok aile salonunda Kürt meselesinin tartışılmış olması beklenebilir.

Dünya kupalarında benim gibi her zaman fakir, solcusu çok ve can-ı yürekten oynayan takımları tutanların, bir de kendi ülkesini sevmekten sıkılmayanların işi hep kolaydır. Ama bu maçlar aynı zamanda milliyetçilik bariyerlerini de zorlayabiliyorlar. Bu sene Hollanda’yı finalde yenen İspanya takımında son derece Hollandalı bir futbolcu olan Cruyff’ un zamanında Barcelona’da yarattığı geleneğin etkisini küçüksemek mümkün mü? Öte yandan her zaman Türkiyeli solcularca zor taraftar bulan Almanya bu sene değişik kökenlerden gelen oyuncularıyla atağa kalkarak bu profilini değiştirdi. Öyle ki ilk kez bir Almanya ulusal maçını Almanya’da yaşayan Türklerin büyük bir heyecanla seyrettiği anlatılıyor. Üstelik konuyu takip edenler, göçmen çocuklarını spora katmak için yapılan büyük yatırımın yeşil- sosyal demokrat kabinesinin işi olduğunun altını önemle çiziyor. Bu eşitlikçi hamlenin kaymağını yemenin sağcı-muhafazakâr Merkel’e düşmesi ne hazin değil mi?

Kupada Portekiz’in mağlubiyetlerine hepimiz kendini beğenmişlerin de beğenmişi Ronaldo’ya ders olsun diye sevindik ayrıca bu reklam bebeği Cristiano Ronaldo mesela bir İniesta’nın eline su dökebilir mi sizce diye sormak isterim? Portekiz maçında durmadan sanki kalan on kişi onun eklentisiymiş gibi sürekli C.R.’den bahseden sunucular da aslında spor magazin basını kardeşliğini ve yerlerinin Paris Hilton haberlerinin olduğu gazete sayfaları olduğunu ispat etti.

Yaşasın eşitler âleminin futbolu
Uruguay’ı tutan, Uruguaylı gerillaları sevenler ise tuttukları takım şampiyon olamasa bile bari Forlan gol kralı olsun istedi. Almanya ile yaptıkları üçüncülük maçında son dakikada direkten dönen toplarına Uruguay severler hâlâ üzülüyor olabilir. Muhakkak onlar kahvede, evde veya meyhanede çevresindekilere Uruguay’da 9 kez vurulan, 2 kez hapisten kaçan, 12 yıl hapis yatan eski gerilla, solcu lider Jose Mujica’nın devlet başkanı olduğunu anlattı. Hatta onların arasındaki pek çok genç kadının abileri ile veya komşularıyla tartıştıklarını ve de Lugano’nun futbolu kadar Uruguay’da iktidarda olan solcu değerleri de savunduklarına eminim.

O halde yaşasın oyun. Mademki kadınlar ve erkekler eşitlerin cumhuriyetini kurmak için omuz omuza mücadele ediyoruz, yine omuz omuza hem futbolun zehrine karşı çıkıp hem tadını alamayız diye bir şey yok. Ne diyelim umarız bir dahaki dünya kupası emek güçlerinin başarılarına daha çok sevindiğimiz bir iklimde cereyan eder. Eşitlik aşığı güçler futbol âşıklarının içinde de güçlenir. Ve inşallah Brezilya’da erkek egemen fanatizm yerini cinsiyetçi olmayan “adrenalin güçlerine” bırakır. 

Handan Koç

1961 Van doğumluyum. Siyasal Bilgiler okudum. Kırtasiyecilik yaparak geçiniyorum. Devrimci politikalar hep ilgimi çekti. 1984'ten en beri feminist yaşantım oldu.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu