Feminist Olarak Türkiye‘ye Bakmak *
Feminist Olarak Türkiye ‘ye Bakmak. (*)
Handan Koç – (Ankara / WOCMES-2014)
Bu konuşmayı hazırladığım günlerde önemli bir seçim oldu. Türkiye de 12 yıldır başbakanlık yapan Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığına seçildi. Türkiyeli feminist, sosyalist, özgürlükçü, sekuler pek çok insan gibi bu sonuç beni de üzdü. AKP klasik İslamcı bir partiden koparak kendine muhafazakâr demokrat sıfatı seçtiği deklarasyonu 2002 de yaptı. Parti erkek egemenliğinin geleneksel-dinsel biçimi ile sürmesine taraftar olan ve neo-liberal sisteme koşulsuz bağlı kadrolarca kuruldu. Türkiye’de güçlenmesinin toplumsal cinsiyet politikaları açısından olumsuz sonuçları olacağı açıktı? Yani bence açıktı. Ama toplumunun Kürt –Türk muhalif, liberal-sol entelektüel kesimleri dâhil olmak üzere her kesiminden teşvik aldı. 2007 de ve 2010 da yaptığı referandumlarla yetkilerini çoğalttı. 2010 dan itibaren partisini bir diktatörlük organı olarak düzenledi. Küresel –kapitalizm koşulları altında yaşanan bu kritik geçişin nedenleri ve kadınları ilgilendiren sonuçları geniş bir konu. Etrafında dolanmak istediğim fikirlerim var: Şöyle:
Post-modern düşünce kalıpları çekirdeğini İslamizmin oluşturduğu yeni-muhafazakâr erkek egemen düşünceye destek oluşturdu.
Feministler olarak sekulerizmi tartışmayı ihmal ettik.
Yerli ve yenilenmiş bir feminizme ihtiyacımız var
Bu bağlam içinde ve acemisi olduğum bir dilde konuşacağım. Ben akademisyen değilim, 54 yaşındayım. Felsefi olarak idealizm- maddecilik ikilemini önemsiyorum. Her şeyin dünyevi, elle tutulur sebep ve sonuçlarına öncelik vermeyi önemsiyorum. Her şeyin birbiri ile ilişkili olduğunu ve her şeyin değişir olduğunu söyleyen bir maddecilikten söz ediyorum. Radikal feminist ekolden geliyorum Delphy ‘nin ”Kadınların durumunu ortak bir durum, bir sınıf durumu olarak tahlil ediyorum. “ ifadesini doğru buluyorum. Ben İki kavramla ilerlenebileceğini düşünüyorum. Tüm insanların ve kadınların da hayatını belirleyen bir sistem olan kapitalizm. Kadınların ezilme ve sömürülmesini sürdüren bir sistem olarak patriyarka. Patriyarka pre -İslam bir sistem. İslam erkek egemen toplumlarda ortaya çıkmış. Onunla kendine göre eklemlenmiş. Onu kadınlar lehine reformlara tabii tutmuş. Diğer tek tanrılı dinlerden farklı olarak özünde politik bir din. Mernissi ‘nin Hanım Sultanlar kitabını okuyanlar, İslam devletlerinde kadın hükümdarların varlığından haberdar olabilir. Ama İslam tarihi ve kadınlar bugün konumuz değil. İslam kadınlar içinde özel alanı düzenleyen bugün pek çok ülkede geçerli olan bir hukuk sistemine sahip. Türkiye de 90 lardan itibaren yeniden dinselleştirilen bir erkek egemen sistem var. Dinselleşme ideolojik bir etkinlik. Ben bu konuda bağımsız feminist eleştirel fikirler geliştirmeyi önemsiyor ve öneriyorum. Türkiye’de İslamcı-yeni muhafazakâr iktidar kadınların kazanılmış haklarını geri almak istiyor. Buna karşı çıkmak gerekli ama yetersiz. İslami-muhafazakârlık kadınların özgür bireyler olarak yaşamalarına karşı bir tehdit haline gelebiliyor. Erkeklerin değil ama kadınların öznelliğini derinden etkileyip değiştirebiliyor. Erkekliği koruyan, kadınları korunan, erkekleri bağımsız kadınları bağımlı varlıklar olarak statikleştirmeyi öneriyor.
Konuşmamda feminizmin özneleri olarak kadın ve erkek diyorum. Kadın dünyanın her yerindeki tüm kadınları birbirine benzer gösteren bir soyutlamayı işaret ediyor. Kadınlar ve tüm insanlar etnisite, dil, din, ırk, sınıf, yaş, ülke, bedensel özellikler, cinsel yönelimler, etnisite, kültür, eğitim düzeyi, çocuklu, çocuksuz, köylü, şehirli diye başlayıp uzatacağımız bir liste içinde kimliklere bölünebilirler. Ama feminist mücadelenin öznesi olarak “kadın” demek kadınlar arasındaki farklılıkları görmeye ve feminist mücadele içinde anlamlandırmaya engel değil. Ama kadın ve erkek yerine muhakkak toplumsal cinsiyet diyerek, iki cins arasındaki toplumsal çelişkilerin üstünü örtmek mümkün. Kadın hareketi “bütün toplumsal olaylar muhakkak ‘toplumsal cinsiyet’ açısından da ele alınmalı” fikrini akademik dünyaya kabul ettirmiş durumda. Toplumsal cinsiyet kavramı Türkçeye , “gender” ın çevirisi olarak değil burada yaşanan feminist mücadelenin bir kazanımı olarak girmiştir. Amaç o gün ve bugün de kadın ve erkek rollerinin doğal ve değişmez olduğuna karşı çıkmak. Kadınlık ve erkeklik biyolojik olarak farklıdır. Kadınlık ve erkeklik aynı zamanda değişebilir toplumsal kurgulardır. Toplumsal cinsiyet doğuştan gelenden, İslam dininin bir kavramını kullanacak olursak “fıtrat” tan başka bir şeye işaret eder. Fıtrat kelimesi, “ilk yaradılış” manasına gelir. Fıtrat Türkiye de egemen islamcı-muhafazkar söylemin toplumsal cinsiyetin karşısına çıkardığı temel kavramdır ve kadın rollerinin değişemezliğini ifade eder. Bence feminist mücadelenin Türkiye de ki önceliği kaderin ve “fıtrat”ın değişmezliğine karşı çıkmak olmalı.
Biraz geriye gidersek:
Bildiğiniz gibi Türkiye çok uzun bir süredir değişik muhafazakâr-sağcı partilerce yönetiliyor. Türkiye 1980 cunta sının uyguladığı şiddet aracılığı ile yeni bir ekonomik ve politik sisteme geçişini yaptı. Erdoğan farklı ve önemli… Onu Türkiye de yerli bir “İslamcı- faşizmin” ilk seçilmiş devlet başkanı olarak nitelendirebiliriz. AKP ve lideri 2002 den itibaren sahip olduğu meşruiyete en büyük darbeyi 2013 Haziran isyanında yedi. Bu büyük bir patlamaydı. Türkiye ‘nin her şehrinde kadınlı-erkekli bir kalabalık polis şiddetine rağmen sokağa çıktı. Kadın hareketi 2012 Temmuzunda başbakanın kürtajı yasağına karşı yaptığı gösteri ile ilk kez sadece hükümete karşı bir eylem gerçekleştirdi. Bu eylem aynı günlerde yaşanan, Kürt köyü roboski deki katliamı da kürtaj yasağı ile birlikte protesto ediyordu. Çünkü başkan Roboski yi bırakın, esas katliam kürtajdır diye kara propaganda yapıyordu. Bir sene sonra patlayan büyük Haziran isyanı ise kadınların çok değişik nedenlerle İslamcı muhafazakârlığın patriyark liderinin karşısında birlikte olabildiklerini ortaya çıkardı.
Neo-liberalizm, muhafazakârlık ve İslamcılık AKP ‘nin üç bileşeni. Simten Coşar AKP ‘nin her siyasal olgu gibi oluş, kurulum, yapım sürecindeki bir parti olduğunu ifade ediyor. Katılıyorum. Bu yapımda kadınların rolü ne oldu? Bazı dönemlere bakacak olursak:
Türkiye ‘nin İslamcı-muhafazakâr güçlerinin yükselişinde tesettür-başörtüsü hareketinin ve kadınların büyük öncülüğü var. Seksenlerde mektup dergisini çıkaran grup gibi bazı kadınlar İslamcı erkeklerle tartışarak, aktif mümine ve tebliğci olma hakkını elde ettiler. Seksenler İslamcılığının yetmişlerden devraldığı ruh tüm toplumu değiştirme perspektifine sahipti. 1990 larda Refah Partisinin oylarının yükselişinde kadınların büyük rolü oldu. Onlar ev içlerinde kadınlarla buluşmayı gerçekleştirdiler. Geniş kadın kitleleri özel alanı düzenleyen, gelenek haline gelmiş ataerkil – dinsel ahlakın, tarikatlar etrafında, hem de kadınlar tarafından, sofu bir şekilde yeniden kurgulanmasından derinden etkilendiler. 80 lerin İslami Rönesans’ı kadınları ilmihallerle(günlük hayata ilişkin kural ve öğüt kitapçıkları) yeniden buluşturdu. İlmihaller eskiden de yasak değildiler ama yenilendiler. Kadınlar İslamcı deyişle “ modern hayatın ahlaksızlıklarına ve yarattığı bunalımlara” karşı sığınacak bir dünya görüşüne kavuştular. Kadın ve Aile dergisi başta olmak üzere popüler İslamcı dergiler yayınlandı. İslamcılık kadınlara kocaları ile birlikte değişme vaaz ediyordu. Kadınlar ruhlarını ferah tutmak ve aynı zamanda kocalarını içki, kumar, fuhuş gibi dertlerden uzak tutmak için de İslamcılığa güvendiler.
Yasin Durak ‘ın (Emeğin Tevekkülü) Konya da yaptığı araştırmada kullandığı hegemonik ilişki kavramı bir dünya görüşünün hâkim sınıf çıkarlarının sistematik bir ifadesini gündelik hayatta açımlanabilecek “ortak duyular” anlamında somut bir forma kavuşturduğunda oluşan bir şeye işaret eder. Biz biliyoruz ki kadınlar geleneksel erkek hâkimiyetine uydukları oranda yüceltilirler. Örf-adet ve töre yani geleneksel olan yazılı değildir. Buna karşı çıktıkları zaman dışlanmak, dövülmek, öldürülmek gibi cezalar onları bekler. Yeni-muhafazakârlığa ruhunu veren İslamcı dayanışma duygusu bir sığınaktır. İslamcı kadınların çoğu örtünerek dış dünyadan onun kötülüklerinden korunduklarını anlatır. Aile dünyasını var etmek uğruna her türlü fedakârlığı yapmak patriyarka nın kadınları alıştırdığı bir şey. Seksen lerde İslamcı olan üniversiteli kadınlar bir dünya görüşünün mücahideleri olarak çalıştılar. 1980 lerde feminizm erkek egemen ahlaka karşı büyük bir rüzgâr estirmişti. Bence İslamcı ahlakçılık kadınları özgürleştiren bu rüzgâra karşı kalkan oldu. Bugün tesettür hareketinin öncüsü kadınların bir kısmı AKP yi desteklemiyor. Ama bugün devletin yeni rejimi kadınların egemen Sünni – İslami ahlak ve edep anlayışı içinde yaşamalarını öğütlüyor.
Yeni yüzyıl için fikirler
Türkiye de 1991 yılında yayınlanan Modern Mahrem isimli kitabında Nilüfer Göle şöyle yazar: “İslamcı hareketler Aydınlanma modernliği karşısındaki tutumları itibari ile diğer çağdaş batılı toplumsal hareketlerle aynı eleştirel duyarlığı paylaşırlar. Böylece tümü de sınai modernizmin baskı altında tuttuğu(sırasıyla ırk, cinsiyet, doğa, etnisite ve din gibi) kimlik ve meselelere dayanarak karşılık vermeleri, silikleşmiş hafızayı yeniden canlandırıp kimlik siyaseti yürütmeleri açısından yurttaşlık hakları ve çevrecilik hareketlerine, feminist ve etnik hareketlere benzer…”insan kategorisinin evrenselcilik ve özgürleştiricilik iddialarını sorgulayan ve onların yerine kadınların farklılığını savunan feminizm gibi İslamcılık da “medeniyet” kategorisinin evrenselciliğini sorunsallaştırarak İslamiyet’in farklılığını savunur.
Bu ifade doksanlı yıllardan itibaren pek çok analizde karşımıza çıkacak bir kavramsallaştırmanın bir örneğidir. Bu günümüze kadar etkisini sürdüren, yinelenen popüler bir tasniftir. Bilindiği gibi feminizmin tanımı zordur. Feministler pek çok şeyin peşindedirler. Mesela hem eşitlik hem de epistemolojik bir kopuş peşindedirler. Feminizm insanlığın biri bir diğerinden üstün tutulan iki cins içerdiğini söyler. Bu üstünlük düzeninin tarihsel olarak kurulduğunu, değiştiğini, kendiliğinden çözülmeyeceğini ortaya serer. Bu yüzden feminist mücadele diye bir aktivizm önermemiz var. Bir feminist olarak ben hem sanayileşmiş batı toplumlarında, hem pre- modern topluluklarda kadın cinsinin bedeninin, mülkünün, seçim hakkının ve daha pek çok şeyin erkeklerin denetimine bırakıldığını görüyorum. Feminizm bu şablonda önerildiği üzere İslamcılarla aynı sistem karşıtı pozisyonda değildir. Feminizm modernizmi eleştirir ama feminizm modernizm eleştirisine indirgenemez.
İslamcılar batı medeniyetine karşıdır. Bu aynı zamanda 19. Yy da başlayan imparatorluklar arası bir ekonomik -askeri rekabetin devamı olan bir düşmanlıktır. İslamcılığın birinci dalgası batının sanayisini alıp var olan kültürü ile birleştirmenin formülünü aramak üzere çok kafa yormuştur. Feministler gelmiş geçmiş tüm medeniyetlere erkekleri üstün gördüğü ve güçlü kıldığı için, o oranda karşıdır. İslamcılar ise İslamcılığın ve elbette bunu içeren bir şey olarak Müslümanlığın savunucusudurlar.
Feminizm tüm tek tanrılı dinlere ve diğer dinlere ve inançsız kişilerin fikirlerine aynı mesafededir. Kadınlarla, duaları arasına erkek-hâkimiyetinin girmesini problematik bulurlar. Feminist bakış dinlerin kadın ve erkek yaşantısı için önerdikleri ile ilgilenir. Feministler dünyada Tek tanrılı dinler dışında pek çok dinin, spritüal inancın varlığını tanır önemser. Feminizm yeni dinlerin çıkabilmesi fikrine set vuramaz. İslamcılıksa son din olarak Müslümanlığı görür. İslamcılık her zaman sanayileşmiş batı ile yani Hristiyan Avrupa ile dünyanın her yerinde rekabet edebilmenin, ya da batı dan dan bağımsızlaşabilmenin derdindedir. Kadın hareketleri tüm dünya kadınları ile dayanışmanın.
İslamist düşünce kadın –erkek cinsi arası çatışmayı değil uyumu öngörür. Bu uyumu sağlayacak bir işbölümü ideolojisi vardır. Bu ideoloji tüm diğer tek tanrılı dinlerinki gibi en yumuşak ifade ile cinsiyetçidir.
Feministler tek tek kadınlar için öncelikli olanın erkeklerin her türlü üstünlüğüne karşı olmaktan, bunu sağlayan yapı ve fikirlerden, bazen erkeklerden ve aileden ve heteroseksüel dayatmalardan kopmakta bulur. İslamcılık ne 19. Yy başı ve 1980 sonrası versiyonlarında kadınlara ataerkil düzenden kopuş önermemiştir. Gerek kitabi gerek popüler Müslüman ahlakında heteroseksist, erkek liderli aile çok önemli bir yer tutar. İslami tarih içindeki güçlü kadın figürleri tek başınadırlar, başka kadınlar için değil kendileri, oğulları, kocaları için gücün peşinde koşmuşlardır.
Feministler egemen İslamcılığa bu sebeplerle karşıdır. Bunu demek İslamcılar feminist olamaz demek değildir. Bu çıkarım yukarıdaki şablonla uyumlu olabilir ama feminist akıl yürütme ile uyumsuzdur. Elbette İslamcı kadınlar feministleşebilirler, herkes feministleşebilir. İslamcı kadınların feministleşmesi erkek egemen düşünce, fikir ve uygulamalara karşı anlamlıdır. Nitekim geçtiğimiz yirmi yılda Türkiye de bunu deneyen kadınların varlığı feministlerce çok önemsenmiştir. Böylece hem İslamcı-hem feminist olmanın sınırlarına dayanabilir, bu sınırları kırabilirler. En önemlisi bunu yaparken kendileri değişecektir. Ama bunu batı-modernizmine karşı çıkmayı önceleyerek, sadece bu uğurda yapıyorlarsa burada feminizm değil İslamcı- yeni-muhafazakârlık kazanacaktır. Kapsayıcı olan, gelecek ve iktidar kurgusu olan, kitabı, ümmeti, hukuku ve felsefesi olan İslamcılıktır.
Şablonumuza dönecek olursak burada bir tarafta baskı altında tutucu organizasyon olarak sınai modernizm yer alır: Diğer tarafta ise sınai modernizmin baskı altında tuttukları. Mesela feministler, mesela İslamcılar. Bu şablonda sınai kapitalizm durağandır. Adeta birkaç yüzyıldır donmuştur. Öte yandan ekonomik ilişkilerden tamamen arındırılmıştır. Zaten etnisite, cins, din içeren bu şablon sınıf içermez. Kadın kategorisi de bir kimliğe indirgenir. Kadınlar tarih boyunca evdekilerin yani ailenin hayatını sürdürmesi için hep çalışmıştır. Bu çalışmanın “emek” kategorisinde iktisat bilimince kabul görmesinin tarihi çok yenidir. Kadınların ev içinde harcadığı emeğin karşılığını alıp almadığı sorusu feministlerce 1970 lerde ortaya atılmıştır. Feministler bu devrimci tartışmayı o yıllarda Marksistlerle yürüttüler. Bu barış içinde bir tartışma olmadı. Bir ideolojik çatışma oldu ve değişimler yaşandı. Böylece feministler kadınların evde harcadıkları karşılıksız emeği tahlil etmenin yolunu açtılar.
Kadınların emeğine erkekler veya patronlar veya ağalar veya aile büyükleri tarafından el konulmasının tarihi eskidir. Kadınların kendi banka hesabına veya kendi tapusuna sahip olmasının tarihi ise çok yeni. Feminizmi modernizm eleştirisine indirgemenin sonuçları var. Böyle olunca tek bir kişi olarak, bir kadın-insan olarak bağımsız gelir sahibi olmamızın önemi anlaşılamaz. Ekonomik bağımsızlık fikri çöp olur. Aile dışında birey olmanın yolunu modernizmin açtığını hatırlamak imkânsızlaşır. Aydınlanma ideolojisi erkek egemenliğini yeniden düzenler. Sanayileşme kadın emeğinin sömürüsünü sağlar. Ama kadınların bir ücret karşılığında çalışıp kazandığı parayı kendi cebine koymasının önünün sınai modernizmle açıldığı bir gerçektir. Sınai modernizme geçilen yüzyıllar çok geride kaldı. Ama bu sürecin erkekler ve kadınlar için farklı sonuçlar doğurduğunu görmek bugün için önemli. İtibarlı bir ailenin kızı olduğu halde Cambridge e giremeyen Virginia Woolf örneğini mecburen hatırlıyor insan. Bu tanınmış kadınların hikâyelerini anıyoruz. Bunu birçok isimsiz genç kadına konulmuş yasakları hatırlamak için yapıyoruz. Bu kadınları kendi varoluşsal isteklerinin peşine düştükleri için, insan sayılmak arzusu ile modernizmin hem parçası hem eleştireni oldukları için anıyoruz. Marie Wollstonecratf ın kitabının İsveç diline yazıldığından 200 yıl sonra çevrildiğini biliyor muydunuz?
Tek tip ve total bir Avrupa fikri tuhaftır. Total bir modernizm eleştirisi veya savunusunun tuhaf olması gibi.
Şablonumuza dönecek olursak: Burada “ İslamcı hareketler silikleşmiş hafızayı yeniden canlandırıp kimlik siyaseti yürütmeleri açısından yurttaşlık hakları ve çevrecilik hareketlerine, feminist ve etnik hareketlere benzer.” Deniyor.
Feministler kadın tarihinde kadınların ürettikleri değerlerin veya gördükleri baskının izini sürerler. Yazılmayan kadın tarihi, kadınlara kaybettirilen meslekler, kadınların yok sayılan aklı ve emeğinin peşine düşerler. Modern tarihin, modernizm öncesi tarihin, dinler tarihinin insanlık tarihinin kadınları özne olarak görmemesi sorundur. Bence İslamcıların ise silikleşmiş hafızada geri dönmek istedikleri yer sekuler-laik kesinti öncesidir. İslamcıların laisizm-sekulerizm den duydukları rahatsızlık kadınlar için geçerli midir? Bu soru oldukça kritik( laisizm veya sekulerizmi aynı manada kullanıyorum.)
Kadınlar sekulerizmle, islamizm arasında tercih yapmalılar mı? Bu soru doksanlarda çok önemliydi, bugün de önemli. Doksanlarda bu soruya evet sekulerizm önemlidir demek devlet ile aynı tarafta olduğun, yani hem Kürtlere hem İslamcılara karşı olduğun olarak okunuyordu. Çünkü devlet İslamcılara yasak koymuştu ve Kürtlere karşı kirli ve kanlı bir savaş yürütüyordu. Bu dualite bu politik çatışmadan ayrı ele alınamıyordu. Oysa bence kadınlar için sekulerizmi savunmak devletin savunduklarından ayrıştırılabilirdi. AKP kurucularından İslamcı yazar Ayşe Böbürler 2006 yılında 13 Müslüman ülkeye gidip, o ülkelerin kadınları ile ilgili bir belgesel hazırlamıştı. Kendisi ile yapılan röportajda bu ülkeler içinde en fazla ev işi yapan kadınların Türkiyeli kadınlar olduğunun ortaya çıktığını anlatmıştı. İlginç değil mi? Öte yandan “Türkiye’nin diğer İslam ülkelerine göre kadın hakları konusunda çok gelişmiş olduğunu vurgulayıp “Ne kadar eleştirirsek eleştirelim Türkiye’nin demokratik bir ülke olmasının ve seküler hukukun uygulanmasının bunda etkisi var. Demişti. Böyle dediği için onu eleştiren İslamcı erkeklerin yazılarını okuduğumu hatırlıyorum. Böhürler belgeselinde Müslüman ülkelerin hiç birinin diğerine benzemediğini görmüş ve göstermişti. Böylece batı merkezli bakış açısına karşı çıkalım derken blok bir İslam ülkeleri algısı yaratma ihtimaline vurgu yapmış çarenin diğer komşu ülke kadınları ile tanışmak olduğunu söylemişti. Bugün için de bu fikir geçerli. Gelişmiş Avrupa Ülkelerinin ve Amerika nın kadın hakları savunucuları Müslümanlığı adeta tedavi edilecek bir hastalık olarak, Müslüman kadınları itaate koşullanmış pasif zayıf tipler olarak kategorize ediyor olabilirler. Bu onların cahil ve kolonyalist bakış açısıdır. Buna karşı çıkmanın yolu ne sekülerizmden vazgeçmek ne de İslamcılığı meşru görmek olabilir. Seküler bir Müslüman olmak Müslüman olmamak demek değildir. Bence bu büyük bir politik manipülasyondur.
Margot Badran (feminism in islam)Ortadoğu feminist araştırmalarında çokça referans gösterilen bir isim: Feminisms in the middle east are more than a century old.There have been two major feminist paradigms, refereed to as “secular feminism” and islamic feminism”The foundational moment of women’s “secular feminism” may be traced to the late nineteenth century , while the emergence of “islamic feminism”became evident in the late twentieth. Diye yazar. Bu tasnif de Türkiye’yi bulmak zor. Çünkü Türkiye de feminizm i biz hala üç zamana ayırabiliyoruz. Yüzyıl başı eşitlikçileri 1980 sonrası ikinci dalga ve üçüncü dalga ki bu pek çok feminizm demek: Kürt feminist hareketi, trans feminizm, anarko feminizm, islami feminizm, queer hareket gibi. İngilizce okuyan yazan ve Türkiyeli olmayan ya da Türkiye de feminizmin tarihini bilmeyen hele bir de Türkiye yi Ortadoğu da görenler için pek çok şeyi anlamak çok zor. Türkiye yi yabancı literatürle yetinerek anlamak imkânsız. Burada her ülkenin yerli dinamiklerini ki buna feminizm de dâhil yeniden yaratmanın ve aktarmanın önemi ortaya çıkıyor. Yoksa etkin sesler gerçekleri sızdırmayan teorik duvarlar örebiliyorlar. Kadın hareketi Neo -liberalizm ve yeni-muhafazakârlık ekseninde Türkiye de cinsiyet politikalarını tartışırken yaşadığımız bölgenin ve özel olarak Türkiye’nin kendine özgü coğrafi, politik, ekonomik ne dinsel yapısının benzersizliğinin üzerinde durmanın kritik bir öneme sahip. Türkiye dünyanın neresine ait sorusu Türkiyeliler için karışık, tartışmalı ve değişken bir sorudur. Türkiye malum hem Asya hem Avrupa ülkesidir. Patriarkal özellikleri İslamiyete olduğu kadar Türk ve Kürt etnik kültürüne dayanır. Patriarkal yapısı Akdeniz kültürü içinde incelenebilir. Türkiye ermeni, Rum, Yahudi nüfusa ve geçmişe sahiptir. Bugün Türkiye ‘nin çoğunluğu Müslümandır ama( Ahmet Yaşar Ocak ‘ın ifadesi ile) Halk İslam’ı ile15.yy sonrası geçiş yapılan kitabi İslam a dayalı Sünni Müslümanlık birbirinden çok farklı geleneklerdir. Öte yandan Sünni Arap kültürü ile Anadolu’ya özgü bir inanç olan Alevilik birbirlerine hiçbir zaman benzememiş, devletin egemen mezhebi her zaman bazen de zorbalıkla Sünnilik olmuştur. Türkiye Arap ülkeleri ile komşudur ve Arap kökenli bir nüfusa sahiptir. Türkiye aynı zamanda doğu ve batı Hristiyanlığının sınırı olan bir ülkedir. Patriarkal yapısındaki derin Bizans izleri her zaman inceleme konusu olmuştur. Türkiye “Soğuk savaşın haritasına göre doğudadır. Komünizme ve toplumsal isyanlara karşı takviye edilmiş bir ordu ve devlet yapısına sahiptir. Sömürge geçmişi yoktur. Dünyada nüfusunun çoğu Müslüman olup seküler medeni yasası olan çok az ülkeden biridir.
Türkiye de feminizmin çıkışı seksen sonrasında yaşandı. Bu yıllarda feminizm herkes tarafından gerek sosyalistler gerek İslamcılar tarafından en çok batı kökenli bir akım olduğu için eleştirilirdi. Feminizmin batılı bir şey olduğu ve sadece öyle olabileceğine yönelik yaklaşımlar her zaman olacaktır. Yerli bir feminizm 20. Yy da bir ihtiyaçtı, bugün de bir ihtiyaçtır. Bunun için gerçekçi olmak, kendimize, çevremizdeki kadınlara kulak vermek, kadınlara ses olmak ve hegemonik düşünce akımları ve politik çatışmaları ile mesafelenmek gerekiyor. Çünkü” kadın sorunu” egemen akımlarca çok kolay domine edilir. Ben Türkiye ‘nin ve Kürt hareketinin kendine özgü bir feminist geleneği ve gücü olduğuna inanan biriyim. Türkiyeli feminizm kadınların erkek egemen sistemden her türlü kopuş arayışını değerli bulmaya çalışan bir gelenek. Yeni yüzyılda, berbat bir patriyarkın yönettiği bir ülkede yolumuz açık olur inşallah.
(*) Wocmes Ankara 2014 – 18-22 Ağustos Ortadoğu Çalışmaları Dünya Kongresinde (World Congress for Middle Eastern Studies) Feride Acar moderatörlüğünde yapılan Saniye Dedeoğlu ve Gülbanu Altunok un diğer katılımcılar olduğu Yeni- liberalizm ve Yeni-muhafazakarlık oturumunda yapılan sunumun Türkçesi.