muhafazakarlık

Fadime’nin onuru bizim onurumuzdur

300-419(1 Kasım 2014, Bianet) – Fadime Şahindal Maraşlı Kürt ve Ezidi bir göçmen ailenin kızıydı. Yedi yaşından yirmibeş yaşında öldürülene kadar İsveç’te yaşadı.  26 Ocak 2002’de babası tarafından öldürüldü. Bu namus cinayeti Avrupa’da büyük yankı yapmıştı.

Fadime hayatının aşkını -İran kökenli İsveçli Patrik Lindensjö– kendi seçtiği için abisi veya babası tarafından öldürülme tehlikesi altında olduğunu herkese açıklamıştı.

Tek isteği hayatının ve bedeninin sahibi bir kadın olabilmekti. Bu yüzden için çok sevdiği Uppsala şehrinden ayrılmak üzere iken, annesi ve kızkardeşleri ile veda için buluştuğu yere gelen babası onu bıçaklayarak öldürdü.

Unni Wikan İsveçli bir sosyal antropolog. Fadime Şahindal’ın öldürülmesinden bir ay sonra bir kitap yazmaya başlamış. Wikan, Fadime’yi öldüren babası Rahmi Şahindal’ın yargılandığı iki davayı da izlemiş, ayrıca pek çok davada uzman tanıklığına başvurulmuş bir bilim kadını. Fadime’nin Onuruna ismini taşıyan kitabı Füsun Özlen’in güzel Türkçesinden okumanızı tavsiye ederim.  Çünkü kitap aslında çok net sandığımız bazı bilgilerimizin ne kadar silik olduğunu ortaya çıkarıyor.

Yazar İsveç ile Elbistan arasındaki kültürel mesafeyi bu cinayet ekseninde anlatıyor. Kitap aile içinde işlenen bir cinayeti anlatırken bazen ne acıdır ki bizlere çok tanıdık haller tasvir ediyor. Ama İsveçli olmayan İsveçlilerin kahramanı olduğu bu trajedi İsveç toplumuna çok yabancı gelmiş ve yazarı bu “namus cinayeti” kültürüne uzak bir kişi olarak çok şaşırtmış.

Öyle anlıyoruz ki bu cinayet onun çalışma konusu olan “ karşılaştırmalı kültürel değerler” meselesinde bir nebze derinleşmesine vesile olmuş. Wikan’ın bu cinayetin “dosyalarını” incelerken buldukları ve hissettikleri bize bugün de çok anlamlı olan yeni sorular sorduruyor. İsveç ve Norveç’teki başka namus cinayetleri ile ilgili verdiği temiz bilgiler çok ilgi çekici. Yazar çıplak gerçekleri titiz ve duygulu bir şekilde aktarıyor. Fadime isyan eden ve bunu canı ile ödeyen bir genç kadın olarak herkesin yüzüne o kadar çok şey vurmuş ki ışıltısı ile dolu hikâyesini okumak insana başka bir türlü dokunuyor.

Herkesin derdi başka

“Türkiye’de Töre ve Namus Cinayetleri” kitabının yazarlarından biri olan Mazhar Bağlı’ya Yeni Şafak yazarı Fatma Barbarosoğlu, “Fadime’nin Onuruna”yı araştırmasının sonuçlarını teyit eden bir kitap olarak önermiş.

Geçtiğimiz günlerde şöyle yazmış Bağlı: “Sanıyorum yürümenin güçlüğünde birisinin insanın elinden tutması tam da budur. Ertan Özensel hocamla birlikte yapmış olduğumuz araştırmada töre ve namus cinayetlerinin analiz edilmesinin sanıldığından daha karmaşık ve zor olduğunu, salt feminist bir çerçeveden bakılarak okunmasının ve dahi engellenmesinin imkânsız olduğunu gördük.”

Bu ifadeye feminist olup takılmamak mümkün değil. Ben de takıldım. Oysa kitaptan bu sonucu çıkarmak imkânsız.  Bence Mazhar Bağlı‘nın yaptığı çirkin bir manipülasyon olmuş.  Öte yandan elbette feminist bir çerçeve her türlü analizden yararlanan katmanlı bir bakışa sahip olmalıdır. Ama ben iş biz feministlere bırakılsa namus da dahil erkek cinayetlerini engelleyebileceğimizden eminim.

Kitapta Wikan bize bir kadının âşık olduğu bir insanla beraber olmak hakkı da dâhil kendini var etmek için gösterdiği cesaret yüzünden biri kardeşi biri babası olan iki erkek tarafından nasıl tehdit edildiğini ve sonunda nasıl öldürüldüğünü anlatıyor. Kadınların erkekler tarafından düzenli olarak öldürülmesi hadisesine feministçe baksak da bakmasak da erkekler kadınları öldürüyor.  Bu işin iki cins arasında geçen bir mesele olması feminizmin bir uydurması değil. Bunu, yani gerçekleri görmenin sonucu feminizm…

Mahir Dağlı araştırmasının sonuçlarını 2010 yılında Aksiyon dergisine anlatmış. Namus cinayetleri hakkında doğru sanılan bazı şeylerin yanlış olduğu, bu yazıda özellikle vurgulanmış. “Töre Cinayetlerinin Kodu Çözüldü” başlıklı haberde, araştırma sonuçları şöyle sıralanmış:

Mesela ‘Cinayet kararını aşiret veya aile veriyor’ algısı gerçeklerle büyük ölçüde örtüşmüyor, mesela töre cinayetlerini dinsel inanç, yöre, gelir, farkı belirlemiyor.

Mesela cinayetlerin yaşça küçük kardeşlere işletildiği zannı her zaman doğru değil.

Görüşmelerde ‘İntihar etmesini isterdim’ diyenler olmuş; fakat intihar süsü vererek öldürmeler yok.

‘Cinayetlerin dedikodu sonucu işlendiği’ anlayışı yanlış, sağlam kanıtlar bulunarak harekete geçiliyor.

Sonra araştırma sonuçları dökümünde birden şu ifade karşısına çıkıyor insanın: Töreye ‘feminizm’ cephesinden bakmak yanlış. Kadının cinselliği üzerinden meseleye bakmak sağlam bir sonuç vermez. Siz böyle bir araştırmacı dili gördünüz mü? Bir sosyal bilimcinin her fırsatta namus cinayetine feminist yaklaşımlar doğru değil deme gayreti, böyle bir sosyal bilim dili, nesnel bir kitabı kendi anti-feminizmine destek etme manevrası, o kişi AKP MKYK üyesi bile olsa insanı üzüyor.

Toplum, mahalle, erkek-reis baskısı

“Mahalle-toplum baskısı namus cinayetlerini etkilemiyor“ tezi Dağlı’nın araştırma sonuçları listesinde yer alan iddialardan biri. Dağlı kusura bakmasın. Bu sonucun Wikan tarafından özellikle paylaşılamayacağını belirtelim.

Unni Wikan’ın namus cinayetleri ile ilgili yaklaşımı, her şeyden önce bu cinayeti onaylayan, alkışlayan bir izleyici kitlesinin varlığını önkoşul olarak görüyor. Yazar şöyle diyor:

“Fadime, konuya bir insan kimliği katarak ve açıkça dile getirerek kendi konumundaki kızlara yardımcı olabileceğini umdu. Oysa utanç, kamuoyunun bilgisi olmadığı sürece aile şerefine zarar vermiyor.  İtibar kaybı herkes öğrenene kadar ilgilenilmesi gereken bir mesele değildir. Fadime, parlamento binasında ailesinin üzerinde kurduğu baskıyı açık eden bir konuşma yaptı. İki ay sonra öldürüldü.”

Öldürülmesinden dört yıl önce babası ve ağabeyi Fadime’yi dövmüş ve ölümle tehdit etmişti. Sebep öncelikle onun bir erkek arkadaşının olması idi, sonra bu arkadaşının İsveçli olmasıydı.

Mahalle baskısı tam da budur; koca Uppsala şehri bu iki genç için bir Türkiye mahallesine dönüşüvermiştir. Attıkları her adım, yaptıkları her şey izlenmekte ve yorumlanmaktadır. Yazar kitabında “aile namusunun başı ve sonunun kadınların cinsel mülkiyeti olduğunu” açıkça yazıyor. Dolayısıyla, diyor “bu mülkiyete karşı çıkıldığında, son kertede namus o kadının ortadan kaldırılması ile yenilenebilir. “

Kitabı okuyunca her şeyin aslında İsveç vatandaşı olan, yani İsveçli olan iki gencin acıklı aşk hikâyesinden başka bir şey olmadığını düşünmek de mümkün.  Hikâye Elbistanlı güzel bir Ezidi kızı ile çekici bir İranlı erkek arasında 2000’lerin yenidünya düzeni altında yaşanan Uppsala’da geçer. Bu aşk hikâyesinin aldığı toplumsal boyutta Fadime’nin parlak cesaretinin rolü çok… Ama acaba ölümü Amerika’ya 11 Eylül’de yapılan büyük saldırıdan hemen sonrasına denk gelmeseydi içinde dinsel kimlikleri anlamaya yönelik tartışmalarında olduğu bu kadar büyük bir fenomen haline gelir miydi? Bilemiyoruz.

Fadime’nin ölümü bugün hala devam eden “Batılıların” kendi tanımladıkları “Doğu”yu yeniden tanımlama gayretine yol açmış. Dolayısıyla yazarın kaygılarından biri bizlere biraz uzak bir tema olan İsveç toplumunda göçmen bireylerinin uyumu.  Bu tema bizleri son on yılda tarihinin en hızlı kırdan kente göçünü yaşamış bir ülkenin kadınları olarak da ilgilendirmiyor mu? Göç edenlerin ailece kapıldığı yerel değerlerinin yıkılma korkusu kadınların özgürleşme arzularına büyük bir engel oluşturmuyor mu?

Bu yılın nisan ayında Fadime Şahin’in erkek kardeşi Mesut Şahindal, polislere direnince,  İsveç emniyetinin sıktığı bir kurşunla başından vurularak öldürülmüş.  İsveç polislerin Türkiye gibi kolayca insanlara ateş ettiği bir ülke değil. Ama göçmenler karşılarındaki “bir kara kafa” ise tetiğe daha rahat basıldığını iddia ediyorlar.

Fadime Şahindal’ın ölümü sonrası İsveç’teki Kürt grupları haklı olarak yer yer bu olayın kendilerine karşı bir kampanya için kullanıldığından şikâyet etmişlerdi.  Ne acıdır ki kadın özgürlüğü konusunda en gözü kara mücadeleyi veren Kürt toplumundan bazı kişiler Fadime’yi tek başına ve çok ileri gitmekle eleştirebilmişlerdi.

Fadime’nin onuruna kitabının yazarı Unni Wikan “Arapça bilsem de bu toplumların erkek dünyasını anlayabilmekte alacağım yol sınırlıydı” diye yazmış.  Sonra bir soru sormuş: Halen çok genç yaşta olan iki torunum, sınırların azaldığı ve bireysel özgürlüğün arttığı bir dünyada yaşayabilecekler mi?  Kitabın sonunda Fadime’nin tabutunu siyahlar giymiş altı Kürt kadınının taşıdığı anın tasvirini okurken kızgın gözyaşları dökmemek çok zor.  Türkiyeli kadın özgürlük hareketi ne acıdır ki tabutların altına her türlü erkek egemen töre-adet ve inanışı yıkmak pahasına omzunu koyarak ayakta durdu, duruyor.

Yazar belki bu 8 Mart da İstanbul’da olacakmış. Hiç sanmıyorum ama inşallah sorduğu sorular açısından dünya daha iyi bir zamanında olur.

* Fadime’nin Onuru, Unni Wikan, Paloma Yayınevi, 2014, 312 sayfa.

Handan Koç

1961 Van doğumluyum. Siyasal Bilgiler okudum. Kırtasiyecilik yaparak geçiniyorum. Devrimci politikalar hep ilgimi çekti. 1984'ten en beri feminist yaşantım oldu.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu