Evvel Temmuz’da Samandağ’da olmalı!
Evvel Temmuz Bayramını duydunuz mu hiç?: “Temmuz ayı dörtbin yıl öncesine kadar uzanan tarih içinde hasadın yapıldığı ve bir sonraki hasat döneminin bereketli geçmesi için şenliklerin yapıldığı bir ay olmuş. Tek tanrılı dinlere geçişten sonra bile bazı topluluklar bu geleneklerini devam ettirmişler. Türkiye’de yaşayan Arap halkı için çok önemli olan bu gelenek yakın zamana kadar aynı heyecanla sürmüştür. Her yıl bu günlerde Samandağ sahilinde bulunan Hz. Hızır Türbesi ziyaret edilir, hayır duaları okunur; ardından çalgılar eşliğinde insanlar sabaha kadar eğlenilirdi. Tabii en yeni elbiseler önceden hazırlanır, sabahtan giyilirdi. Halkın yüreğindeki heyecanı sokakta yürüyünce hissedebilirdiniz. Biz çocukken “Temmuz” isimli bir şeyhin sokaktan geçeceğini sanarak kaldırım kenarlarında otururduk. “ İşte böyle anlatıyor, beni Samandağ’a, her yıl düzenledikleri temmuz festivalinin altıncısına davet eden feminist Amargi dergisinden sevgili Tülay Hatimoğulları, bu günün kendileri için anlamını.
ABD ordusunun İskenderun körfezi
13 temmuz’da İstanbul dan Adana ya gitmek için havaalanına giderken yollar dev reklam panolarında birbirinden fena siyasetçilerin boy gösterdiği panolarla çevriliydi. Beş altı saat sonra Adana dan Samandağ a giden yoldaydım. Bu yolda artık bizim olmayan iskenderun körfezini gördüm. Irak işgalin den itibaren bu limanda sadece ABD ordu gemileri var.Belek kasabasını geçerken de klasik bir ülkü ocakları kurtu karsıladı bizleri. Ona evlerden sarkan AKP bayrakları eşlik ediyordu.. Arkadaşlar burası Hatay’ın diğer ilçelerine benzemez dediler. Sonra 800 km. lik muhteşem amik ovasını geçtik ve samandağ’a vardık.
Samandağ ‘da heryerde 22 temmuzda meclise girmeyi başaramayacak olan Bin umut adayı Berkat kar’ın resmi asılıydı. Berkat acaba buraya mahsus bir isim mi diye merak ettim. Sonra öğrendim. nüfus memuru Bereket adını yanlış yazmış zamanında. O akşam soluklanmak için oturduğumuz kahvenin adı çınarlı kahve idi. İşin ilginç tarafı bu kahvede hiç çınar ağacı olmayıp bol bol okaliptüs ağacı olmasıydı. Bu duruma Samanadağlılar da çok gülüyorlardı. Ama dediler ki biz bunlara da okaliptüs demiyoruz ki Samandağlılar Türkçe konuşsa da Arapça düşünüyorlarmış.
12 Eylül’de yasaklanan kumsal
Biraz dinlenip sonra festival alanına yani kumsala gitmeye karar verdik. Samandağ l 12 Eylül darbesinden sonra baskılardan nasibini çok fazla alan bir yer olmuş Öyle ki yıllar boyunca saat 18.00′ den sonra kumsalda gezinmek yasaklanmış. Samandağlılar diyorlar ki buralar sola yakındır, ayrıca halkın çoğu araptır ve alevidir. Hatay meselesi malum. O yüzden buralarda evvel eski rahat yoktur halka…
Samandağ’ın Çevlik kumsalı, yaklaşık 18 kilometre imiş. Türkiye’nin en uzun kumsalı olarak anılıyormuş. Gazeteci Celal Başlangıç beş yıl önce Samandağ’a bağlı olan Ermenistan dışındaki tek ermeni köyü olarak da bilinen Vakıflı köyünde yaptığı söyleşilerde , sizler nasıl kaldınız burada diye sorunca: “Sağcı olanlar göçtü. Solcu olan Ermeniler ise Mustafa Kemal’e güvendi ve bu topraklarda kalmayı tercih etti.” Cevabını almış. Bir dönem Türkiye İşçi Partisi bu köyde yüzde 90’lara varan oranda oy almış.
Samandağ’da balıkçılık ve tarım önemli bir geçim kaynağı. Küçük üretimi engellemeyi hedefleyen neo-leberal politikalar yöreyi çok etkilemiş. Antakya haline meyva sebze taşıyan kamyonların sayısı gitgide düşmüş. Samandağ köylerinin erkeklerinin çoğunluğu Yurtdışında göçmen işçilik yapıyormuş. Köyler hep kadınlarla dolu olurmuş. Bu erkekler Almanya ya , Fransa ya değil , Suudi Arabistan’a gidiyorlarmış. Mesela Riyad da ki berberlerin çoğu Samandağlı olurmuş Ama yeni dünya düzeninde bu geçim yolu da tıkanmış. Filipinli işçiler üç liraya yapılan işi bir liraya yaptıkları için tercih ediliyormuş .
El Hekiym’in soluğu: Grup Nidal
Oturduğumuz Çay bahçesine biraz sonra bir gelin damat ve misafirleri geliyor. Bahçede çalan alloş çalıyor. Oraların bir numarası imiş. Arapça söylüyor. Samndağ da kaç göç yok kadın erkek bir arada. Tesettürlü kimse yok. Buralarda Türkmenler bile düğünlerinde Arapça şarkılar söylermiş. Bu “çınarlı bahçede” Gurup Nidal ‘in solistlerinden Belgin Ayrancı’da bizle beraber. Sesinin ve uslubunun ne kadar güzel olduğunu cd yi dinleyince anlayacaksınız. Gurubun Asfur isimli cdlerinin kapağında şunlar yazıyor:”Çalışmalarımız ile Anadolu’da yaşayan farklı bir renktenTürkiye toplumuna ses vermek istedik.Bu cemil hayek’lerin rengi, Şıh Yusuf El Hekiym’in soluğu , Mehmet Latifeci’nin tebessümü,Cebel El Akra’nın çığlığıdır.Düşmanlığı bilmeyen, anadilleri ile şarkılar söylemeyi, hayaller görmeyi isteyen bir toplumun utangaç çığlığıdır bu. Gurup Nidal Erkin Koray’ın “Bir o yana bir bu yana yatma şaşkın” diye uyarladığı şarkının orjinalini yani, derraviya’yı da söylüyor. Ben bu şarkıyı o gece kumsalda Suriyeli İbrahim Sakır dan dinledim.Yani çoluk çocuk bu kadar çok insanın hem bu kadar efendi hem de bu kadar güzel oynadığını daha önce görmedim hiç. Ertesi gün sahilde pek çok terlik kalıyormuş. Oynarken kuma karışan.
Rüzgar altında kadın kadına
Ertesi sabah bulutlar yüzünü eğmiş hava kararmıştı.. Sevgili ev sahiplerim kaygılıydılar Akşam herkes grup Kızılırmak çıkacaktı. Yağmur yağarsa ne yapacaklardı. Derken öğlen oldu Siyaset Kimin Meydanı başlığı etrafında tartışmak üzere yüze yakın kadın Kardelen kafede toplandık. Rüzgar etrafımızı çeviren kumaş perdeleri dalgalandırıyordu. Ben de konuşmacı olarak kadınların herhangi bir mağdur kimlik değil dünyanın ezilen ve sömürülen yarısı olduğunu anlatırken gördüğüm destek üzerine coştukça coşuyordum. Ayrılırken kadınların meclise girmesi kadar neyi savunmak üzere gireceklerinin önemli olduğunu ve artık feminst bir programımız olması gerektiğini düşünüyorduk.. O gün boyunca o rüzgarlı kafeden çıkıp ötekine gittik. Pek çok konuda konuştuk, konuşma dinledik. Metin Bakkalcı sağlıkta ve sosyal güvenlik düzeninde hükümetin başlattığı değişimin halkın üzerindeki yıkıcı etkisinin ne kadar vahim olacağını bize açıklıkla anlatırken artık akşam yaklaşıyordu.
Kızılırmak rüzgara karşı
Korkulan olmamıştı. Bulutlar dağılmış güneş pembelikler saçarak batmıştı. Yarışmaya katılan uçurtmalar gökyüzündeydiler. Dergi , kitap tezgahları kurulmuştu. Sandığa gitmeyelim, oyuna gelmeyelim , askeri darbeler emekçi halka karşıdır, oylar sosyalist adaylara diyenler ve askeri darbeler emekçilere karşıdır, patronların partilerine hayır diyenler, oylar adaylarımıza diyenler faaliyet halindeydiler. Öte yandan çay bahçeleri sohbet eden , bira içen, sigara tellendiren insanlarla, kumsal Semir Yalçın’dan Arapça gazel dinlemek isteyenlerle doluyordu. Kulaklarım neşe ile uğulduyordu. Biraz sonra tek başıma kumsalda oturan kalabalığa katıldım. Festival programı stand up yapan far-fur’la devam ediyordu. Binlerce insan gülmekten kırılıyordu. Kıvırcık saçlı bu genci biraz daha dinlersem Arapçayı sökeceğim sanısına kapıldım. Arada Türkçe karıştırıyordu ve bahsettği şeyler bu topraklarda yaşayan insanların sorunlarıydı. Bu yüzden Anlayabildiğim birbölüm şöyleydi: Üniversite sınavları ve seçim öncesi olan o günlerde günlerde far fur telefonla amcası ile konuşuyor. Diyor ki bu sekizinci defa oluyor, artık dayanamıyorum atlayacağım aşağı, amcası soruyor üçüncü tercihe ne yazdın diye?
Derken satranç yarışması ödülleri dağıtıldı çocuklar neşe içinde kupalarını salladılar. Sonra sunucu gecenin son konseri için, evvel temmuz gecisi olan 14 Temmuz için, kardeşlik için, barış için, bizim için Grup Kızılırmağı sahneye çağırdı. Kıpkırmızı elbisesi ile İlkay Akaya o kadar güzeldi ki. Hızlanan rüzgar Akkaya’nın saçlarını savuruyordu. Rüzgara karşı çalıyordu arkadaşları ve o da kelimenin gerçek anlamıyla rüzgara karşı söylüyordu. Sesler rüzgarın içinden bize ulaşana kadar dalgalanıyor, kıvrımlanıp değişiyor, iyice içleniyordu. “ Bu fırtına dünden belli” diye şarkı giderken elektrikler kesildi. hiç yerinden kıpırdamadı sahnedekiler. Sahilde oturanlar azalmadı. Karanlıkta, bir sigara yaktım. Yıldızların altında , kumsalda oturuyordum ve evvel temmuzda Samandağ’da insanın gözleri açılıyor, kulakları yıkanıyor diye düşüncelere dalıyordum ki elektrikler geldi. Kırımızı elbiseli kadın ve arkadaşları devam ettiler. “Bu fırtına dünden belli, baş edeceksin”.