Handan Koç – Pazartesi – Sayı 76 – Temmuz 2001
Mart ayında hayatımıza sokulan Kemal Derviş eşiyle birlikte Türkiye’yi gezmeye başladı. Mutlu bir çift görüntüsü sergiliyorlar. Oysa Derviş’in hızlandırdığı ekonomik program memlekette pek mutlu insan bırakmayacağa benziyor.
Siyasi liderler yurtiçi veya dışı ziyarette bulunurken, eşleri de misafir gittikleri yerin önemli kişilerinin eşleriyle tarihi çarşı, müze, çocuk bakını yurdu vs. gezerler. Derviş çiftimn Anadolu gezilerinde de böyle oluyor. Gaziantep ziyaretleri sırasında. Bayan Derviş bir işyerinden gümüş tepsi alırken yaşanan izdiham nedeniyle bazı eşyaların zarar görmesi üzerine esnaftan özür dilemiş.
Ben de esnafım. Düşündüm Dervişler bizim oraya ziyarete gelse ne yaparım diye. Yazar kasa eylemi yapmak en iyisi olur diye karar verdim. Ya ayaklarının dibine ya kafalarına. Aslında Catherine Dervişle meselem yok. Kadın sevmiş evlenmiş. Kocası da kibar adam, eşinin Türkiye’ye geleceğini, onun da kararı olduğunu vurgulayarak aktardı.
Derviş’in ilk eşi, rahmetli Turgut Boralı’nm kızı Neslihan Hanım, Kemal Derviş gibi şu meşhur London Schools of Economics’den nıezunmuş. Catherine Hanım’ı da o kadar forslu bir yerde olmasa da mektep medrese görmüş. Kütüphanede tanıştıklarına göre, değişik kitaplar okuma şansı da olmuş. Yani Kemal beyin yay misali kaşlarını olduğu kadar düşüncelerini de beğeniyor olsa gerek.
Catherine Hanım Türkiye’ye gelmesinin hemen ardından eşinin “mesih” sıfatıyla anılmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş ve “bir ülkenin sorunlarının üstesinden kimsenin tek başma gelemeyeceğini, bu işlerin herkesüı üzerine düşeni yapmasıyla halledileceğini en iyi Kemal bilir” demişti. Doğru bu işbirlikçi bulmadan çalışılabilecek bir konu değil. Neyse ki hemen hemen bütün Türk ileri gelenleri 24 Ocak 1980’den beri dünyanın patronlarının dayatmalarına karşı çıkmıyorlar. Anılan tarihten itibaren emperyalizme ve kapitalizme karşı çıkanları da, ellerinden geldiğince ortadan kaldırdılar. Mesih
pek uygun değü ama “kurtarıcı” ifadesi Dünva Bankası’nda zirve görmüş ve her zaman siyasete meraklı olmuş Kemal bey için kullanıldıkça Catherine Derviş de rahatsız olmuyordur sanırını. Başarısı için elinden geleni vapacağını da belli edivor ıütekim.
Biz Türkiyeliler Derviş’i ilk defa icraatı içinde görüyoruz.
Oysa 1987″den beri eşi olan Catherine hanımı onun Arnavutluk’tan Fas’a bize benzeyen bir çok ülkeye bu ekonomik sistemi uygulatma faaliyetleri içinde izlemiş
olsa gerek. Kemal bey bu işleri ilk defa kovalamıyor yani. Yabancılığı yüzünden bu programın kocasının anavatam Türkive için ne demek olduğunu tanı anlamayabilir.
Ama kendi ülkesinde de ekonomik liberalizasyon uygulamalarının sonuçlarını, Reaganlı yıllardan
itibaren gözlemlemiş olabilir. Biz Türkiyeliler göründüğümüzden bilgiliyizdir. Amerika nın merkez ve diğer bankalarının iyi yönetilmesine rağmen dönem dönem krize girebildiğini büiyoruz. Dahası orda da patriyayka kadınların canuıı yakıyor, orda da yoksulluk ve şiddet kolkola geziyor. Okuduklarımız bir yana, iki yıl önce
Türkiye’ye gelen memleketlisi Kate Millettin yalancısıyız.
Catherine Derviş de eşi gibi dünyada yoksulluk gerektiğinden fazla artmasın diye endişe ediyor olsa gerek.
Kocasının hassasiyetinden çok bahsedildi. Yeni moda;
ülkemizin normal vatandaşlarına, Amerikalı Serdar Turgut’un çeviri ifadesiyle, öteki Türkiye deniyor. Yoksullardan, cehaletleri, bol çocukları, hastahaneye, eğitime, yola, suya ihtiyaçlarıyla tedbir alınmazsa salgın halini alacak bir hastalığın taşıyıcıları gibi bahsediliyor. Ya taşarlarsa.
Derviş çalışabilmek için bütün toplumun akılcı, uyumlu desteğine ihtiyaç duyduğunu belirtiyor. Yine Gaziantep gezisüıde bü çocukevi’ni gezen Catherine Derviş’e rasyonelleştirilmesi gereken bir kalabalık gibi mi görünüyordu acaba kimsesizlerimiz? Kimbilir?
Amerika’da Reagan varken, bizde de Turgut Özal vardı. Nilüfer Göle, “Özal dönemi heyecan vericiydi. Ben de o sıralarda yurt dışından dönenlerdenim”, demiş. Ertuğrul Özkök, ”Rahmetli Özal’m kendine özgü bir dokunuşu vardı. O zamanlar kendi aramızda buna ‘magic touch’ derdik”, diye yazmış. Derviş’in omza dokunuşlarında da böyle birşey var diye sürdürmüş. Özkök aynı yazıda yapılan bir araştınııaya dayanarak şunu da belirtmiş. “Derviş Türkive’de kadınların desteğini de aldı.
Tıpkı 1970’lerde Ecevit, 1980’lerdeki Özal ve 1993’teki Çiller gibi. Dolayısıyla en iyisi doğmakta olan liderle birlikte
yaşamayı öğrenmek.” Özal’ın sihirli dokunuşunu överek yükselmiş Özkök’ün, bulunduğu tepelerden hep vaaz venııesi gerekiyor. Bir çok kadın Kemal Deviş’i sempatik ve güvenilir göründüğü için, sevmeye hazır. Ama Özkök ün daha çok
propaganda yapması gerekecek. Kemal Bey’in aklı fikri bizlerin değil, piyasalann, borsanın, sermaye sahiplerinin,
diyorlar ya “piyasalann” moralini düzeltmenin peşinde. Onun sihirli dokunuşu, bizlerin hayatına. yalancı sevgililerin kulağa fısıldadıklan tatlı sözler gibi etki ediyor.
Haberler ve gazete aracılığıyla bizi saran umutlu fısıltıların kollarında geceyi uyuyarak geçirebiliyoruz. Ertesi sabahsa zam ve işsizlik haberlerinin çölünde buluyoruz kendimizi. Kendi varoluşumuzu sürdürmek gün geçtikçe zorlaşıyor. Ne derler, kuru laf karın doyurmuyor. Zaten Derviş in sözleri “seni mutlu edeceğini, beni sev”den çok. “seni üzsem de, beni sev” mealinde.
Derviş çiftinin giyimi kuşamı, sevdikleri sporlar diyebiliriz ki “yaşam tarzları”, magazincilerimiz kadar sosyoloji budalası aydınlarımız tarafından da bolca irdelenivor. Derviş’in yaptığı iş değil de göreve getiriliş biçimi bazı köşe yazarlarınca eleştiriliyor. Bence ülkemize uluslararası patronların dayatmalarına göre ayar yaptırtan kişinin “dışarıdan gelen bir adam” olması hayli dürüst bü durum. Yıllarca Dünya Bankası ve İMF için çalışmış, yurdunu mı başanyla temsil etmiş bir insan karşımızdaki.
Derviş okumuş, zengin olmuş, ama fakir köyünü hiç unutmamış adam pozlarmda yolunu bekleyen muhtar heyetiyle el sıkışıyor. “Bunlan yapın”, diyor “size senet karşılığı borç bulacağım”. Hiç itiraz eden yok. Aralaıında konuşuyorlar, onun için gavur olmuş, mason olmuş diyorlar. Camiye gitmiyormuş, annesi Almanmış diyorlar. Bazısı kızıyor adam bizi kurtaracak siz nasıl konuşuyorsunuz diye. O arada adam yeni tapu işlemlerini başlatmış durumda. “Sizi kurtarmam için köy arazisinin
tapusunu benim patronlarımın üstüne yapmam gerekiyor”, diyor ihtiyar heyetine. “Tamam diyorlar”, ellerini ovuşturarak. Basıyorlar imzayı, fısıldaşıyorlar bir yandan da “Karısı da gâvurmuş”, diye. Durum biraz böyle sanki. Bu filmde köy halkının durumu farkedip, ayağa kalkma sırası da gelecektir elbet, ne dersiniz?