Tahran’da feminist bir ziyaretçi olmak *
Belçikalı bir kadın grubunun (Amazone) Fas, İran ve Türkiye’den feministlerle birlikte örgütlediği bir dizi toplantıya katılmak üzere Tahran’da beş gün geçirirken, kadınların kurtuluşu mücadelesi açısından kimsenin birbirini bilmediği ön kabulu ile hareket ettik Zararını görmedik. Tahran Barolar Birliğinden, Kadınlardan ve Aileden Sorumlu Müdürlüğe , Mofid Üniversitesi teologlarından , feminist kadın dergisi Zenan’a bir çok ziyaret yaptık. Bir buçuk gün süren konferans ve küçük grup tartışmaları içinde onlarca kadının sunuşlarını dinledik, anlattık ve sorular sorduk. Ben Tahran da geçirdiğim her anı benim tarafını tuttuklarımın 1979 yılında mağlup edildiği bir savaşın başkentinde olduğumun acısı ile yaşadım. Tahran da adım başı azadi (özgürlük) isimli meydan ve caddeye rastlamak mümkün. Bu tabelaların, ülkenin şu anki yöneticileri tarafından, kalpleri ülkelerinin bağımsızlığı ve şahtan kurtuluş için atan nice İranlı kadın ve erkeğin kanı akıtılarak takıldığının bilgisi her an aklımdaydı. Ama İstanbul da yaşayan bir İranlı arkadaşımın sözleriyle: “artık olan olmuş İran İslam Cumhuriyetinin üstüne basarak yükseldiği sosyalist ve eşitlikçi düşünceler kan, zulüm, yasaklar, kırık dökük duygular ve oto sansür girdabında akıp, İran siyaset sahnesinin görülmez bir koridorunda kalmıştılar.”
İran’a giden bir kadın olmak, bir erkek olmaktan çok farklı bir özellik taşıyor. Birden saflar netleşiyor. Erkekler serbest, kadınlar yasaklı. Neden erkek kardeşim bisiklete biniyor da ben binemiyorum kıvamında çocukluğunuzdan kalma feminist tepkileriniz başınıza vurmaya başlıyor. Herkes biliyor sanıyordum ama İran’dan döndüğüm zaman bana “başını örttün mü? ” diye fazlaca sorulmasından pek bilinmediğini anladım. Şöyle ki İran toprağına ayak basan her kadın başını örtmek zorunda. Kadınsanız saçlarınızı rüzgâra salamıyorsunuz. Yaşınız, ırkınız, sınıfınız, ülkeniz değil sadece cinsiniz yüzünden yasaklı oluyorsunuz. Erkeklerden kalın bir çizgi ile ayrılıyorsunuz. Yasaya uymazsanız cezası var. Tesettüre orada hicap deniyor. Kelime karşılığı malum: utanç ve örtünmek. Kadınlar son on yılda büyük şehirlerde yasağı gevşetmiş ama kara çarşaf yani çador aslında hala kadınların resmen serbestçe giyebilecekleri tek giysi.
Taassubun dili Arapça
Eğitime çok önem verilen bu ülkede çocuklara öğretilen ilk şey din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılamaz olduğu. Ülkenin milli eğitim dili Farsça. İran’da yaşayan Hıristiyan ve Yahudiler dinsel ayinlerinde serbestler. Ama kadınları için hicap mecburi. Müslüman bir kadın ise sadece sokakta değil evinde de yasaklı. Bu konudaki kurallar aynı mezhepten olmadıkları halde Türkiyeli Sünni İslamcıların talep ettikleri ile aynı. Özellikle Nakşibendi, Nurcu ve Fethullahçı İslamcıların “Müslüman” kadın nasıl yaşamalı üzerine yazdıklarını okumayı bu konuya meraklı kişilere tavsiye ederim. İran’da İslam demek malum Şiilik demek. Ben Sünni bir ailede yetişmiş biri olarak dönünce hep çok şükür dedim. Çok şükür, Türkiye Aleviliği İran Şiiliğine hiç benzemiyor. Her iki ülkede de dinci taassubun dili Arapça. İran’da katılımcısı olduğumuz konferans İran milli marşının çalınmasıyla açıldı, daha sonra ise kuran okunmaya başladı. Ben anlamadığım için yeni tanıştığımız İranlı arkadaşlarımıza sordum. Hangi ayet, sure veya nedir bu dinlediğimiz diye. Onlar kurandan bir şey okunduğunu ama anlamadıklarını söylediler. Konuklarına karşı ilgili ve kibar oldukları için birbirlerine sordular ama sonra dediler ki şu anda uzman biri yok. Zaten önemli olan kuran değil onun yorumu değil mi diye sordular. Evet dedik bizde.
Mofid üniversitesinden reformist teologların bizi kabulü sırasında kuranın Arapçadan Farsçaya çevirisi ve yorumu meselesinin dindar olsun olmasın eşitlikçi kadınlar için ne kadar önemli olduğu tekrar tekrar ortaya çıktı. Mesela onlara ülkemizde bazı din adamlarının nisa suresinin, erkeklere eşlerini bazı durumlarda dövme iznini verdiğini söylediklerini aktarıp ,bu konuda ne düşündüklerini sorduk. Burada kullanılan Arapça kelimenin yumuşakça vurmak olarak çevrilmesi gerekir ve bu ifade bugün kadını dövmeye izin olduğu şeklinde yorumlanmamalı gibi bir cevap aldık. Orada da tıpkı buradaki gibi reformist İslamcılar kuran dilinin nasıl yorumlanacağının önemli bir yaklaşım farkı yaratacağını düşünüyorlar. Ama İslam’ın kuranla kulu baş başa bırakmayı öneren bir yorumu, İran ruhbanlarının reformistleri nezdinde bile hoş karşılanmıyor. İran da sekülerizmi savunmak rejime karşı çıkmak anlamına geliyor. Humeynizm isimli kitabında Ervand Abrahamian, Humeyni’nin yetiştiği din ekolünün “sufiliği” insanlara tek başına inançlarını yönetebilme şansı verdiği için nasıl elimine ettiğini anlatır. Her zaman örgütlü bir ruhban sınıfa sahip olan İran’da bu kasta dahil olabilmek de eşitlikçi islamcı kadınların önemli taleplerinden biri olarak ortada duruyor. İran’da siyasal hayata etkin olarak katılmanın koşulunun ruhban veya zengin olmaktır deniyor. Ne zenginleşmelerine ne de ruhban sınıfına girmelerine izin verilmeyen İranlı kadınlarsa sessiz kalacağa benzemiyor.
Rejimin bekçisi aile
İran’da kadınlarla ilgili en yetkili kurum cumhurbaşkanlığına bağlı olan kadın ve aileden sorumlu müdürlük. Malum sistemde cumhurbaşkanlığı hükümetten daha üstte ama ondan ve herkesten yukarıda bir ruhani konsey ve onun başında da bir kişi var. Müdürlüğü ziyaret etmeden önce öğreniyoruz ki Hatemi döneminde kadınların özgürlük isteklerinin daha fazla dile getirildiği doğru ama bu dalganın önü Ahmedinejad seçilmeden önce tıkanmış. Reformist gazeteler altı yıl önce bir gecede kapatılıvermiş. Ahmedinejad rejimin evvel eski askeri olmuş ama yollarda kızların ojelerinin silinmesi, paltolarının çekiştirilmesi gibi zabıtalıklara o zamanlar da karşı imiş. İran kadını ne yapacağını bilir diyormuş. İranlı entelektüeller sisteme karşı olsalar bile bizdeki çoğunluk gibi yurtseverliği, milliyetçilik diye aşağılamıyorlar. O yüzden Ahmedinejad’ı İran’da kimse küçümsemiyormuş. Toplantıda başkan Tabipzade bir gün önce İslam Konferansı Örgütünün düzenlediği kadın bakanlar toplantısı dolayısıyla İstanbul’da olduğunu söyleyerek bizi özellikle selamlıyor. Farsça konuşması sırasında bir kelimeye takılıyorum. İnkilap yani devrim. Bu ülkenin en güçlü kadınlarından biri konuşuyor ve diyor ki inkilabımız sıradan halk tarafından yapılmıştır. Bu inkilabı biz kadınlar da yaptık ve ona nezaret edeceğiz. Bu ifadeyi Tabipzade nin genç İranlı çevirmeni kadınlar devrimin “supervizor” larıdır diye çeviriyor. Konuşmanın ana fikri çok tanıdık: Aile problemi yoksa kadın ve erkek problemi yoktur. Aklımıza AKP nin kadın sorunları ve statüsü müdürlüğünün adını kadın ve aile sorunları müdürlüğü olarak değiştirişi geliyor. Tabipzade diyor ki kadın ve erkek eşittir ama bu mutlak bir eşitlik değildir. Erkeğin görevi evi geçindirmektir dolayısıyla kadın ve erkeğin mesela eşit oranda çalışma hayatında yer alması gerekmez. Kadının yeri ailesidir ve kimliği ailesi tarafından verilir ve kadınların hayatı islam inkilabı ile güvene kavuşmuştur Oradan elimizde (WINOW) Worldwıde Islamıc Network of Women broşürü ile ayrılıyoruz. Meraklıları için adres şöyle: www. islamwomen.org . Kuran ve ehl-i beyt açısından kadınlara nelerin önerildiği bu sitede izlenebilir.
Erkek manken serbest
Biz Tahran da hiç turist gibi dolaşamadık. Şehrin sokaklarında kendi başımıza geçirdiğimiz yarım gün içinde gördük ki taksi şoförleri yabancılara karşı gayet geveze ve bu gevezeliğin dili Azeri Türkçesi. Tahran’ın geniş caddelerini tıka basa dolduran arabalar o kadar eski model ki yetmişli yıllarda doğmuş olan arkadaşım bunu bilim kurguya benzetiyor ve yazık diyor İranlılara. Ben “eski model” addedilen düşüncelere sahip olduğum için bu hale bayılıyorum. Perşembe günü geziniyoruz ve çarşı tatil öncesi koşuşturan kadınlarla dolu. Tipik tüketim toplumu sembollerine rastlamamak insana huzur veriyor. Arabalar kadar yoğun bir mobilet trafiği var. Türkiye’nin yetmişli yıllarını hatırlatan şeyler var ki benim hoşuma gidiyor. Sonra fark ediyoruz ki şehrin kuzeyi şah zamanındaki gibi hala zenginlere ait. Öyle ki kuzey yollarında dev Armani reklam panolarına rastlamak mümkün. Ben Tahran a gitmek üzere havaalanına girerken en son dev reklam panolarında yarı çıplak genç bir kadının Vakko giysileri ile bizlere gülen fotoğrafını görmüştüm. İran da İslam kadın fotoğraflarına izin vermiyor ama çok cazibeli genç erkek mankenlerin seksi seksi sırıttığı bir sürü reklam fotoğrafı var ve bu insanın sinirini bozuyor. Tam bir kırk satır mı kırk katır mı durumu var bu dünyada yine bizler için, yine kadın mileti için diye söyleniyoruz gezerken. Kadınların bedeni üzerine Tahran’da kalabalık toplantılarda ne kadar az , bir kaç kişi olunca ise ne kadar çok konuştuğumuzu tahmin edebilirsiniz. Erkek eşcinselliğinin yaygınlığı konusunda ise dostlarımızı zor durumda bırakmamak için iyice suskun kalıyoruz.
Patriyarkanın keyfi yerinde
Sürekli araba ile bir ucundan bir ucuna kat ettiğimiz Tahran şehrinin güzel büyük parklarla dolu olduğunu görüyoruz. Paranın kimlerin elinde biriktiği konusunda yine şoförler tabii ki mollaların diye konuşmak rahatlığına sahip. İran siyasal tarihi paranın ve mülkün paylaşımı konusunda verilmiş savaşlarla dolu. Bu gün kendi petrol gelirlerini kendisi denetleyebildiği için mağrur olan İran da bizler de elhamdülillah Amerikan aleyhtarı olmaktan memnun dolaşıyoruz. Zem zem kola görüp tadına baktıktan hemen sonra rastladığımız koka kola şişeleri bizi şaşırtıyor. Ama esas merakımız anglo-sakson emperyalistlerin elinden kurtarılan paranın bu sokakları arşınlayan kadınların eline geçip geçmediği. Bu konuda Tahran üniversitesinde katıldığımız bir toplantı aracılığı ile aydınlanıyoruz. İran çok genç ve büyük bir nüfusa sahip. Üniversiteye devam eden gençlerin % 60 ı kadın. Ama İran toplumunda kadınlardan iyi bir evlilik yapması ve anne olması bekleniyor. Genç kadınların çoğunun istekleri de bu yöndeymiş. Çünkü aksi takdirde onları bekleyen zorlukları biliyorlarmış. Ve dinledikleri zorluklar onları yılgın yapmış. Bir erkeğin tek başına evini geçindirememesi toplumda bir utanç kaynağı olarak görülüyormuş. Yasaya göre babası isterse 13 yaşına gelen kızını evlendirebiliyormuş. Ama İran da evlilik yaşı kızlar da ortalama 22 imiş. Feminist kızlar, idealist ve eşitlikçi erkeklerle yasanın kocaya verdiği haklardan feragat ettiğini belirten bir sözleşme imzalayınca evleniyorlarmış. İran’da kadınlar nitelikleriyle toplumun ve erkeklerinin önüne geçmişler Ama” müstakil olmayı, meslek ve gelir sahibi olmayı istiyoruz , aksi utanç verici değil mi “diye soruyorlar. Doktorluk ve öğretmenlik kadınlara açık. Çünkü erkeklerle kadınların hastane ve okulda karşılaşmaları istenmiyor. Ticaret, bankacılık, nakliye gibi akçeli işler kadınlara kapalı. Kadınların işgücüne katılma oranı son kırk yılda % 12 nin üstüne çıkmamış. Devrim öncesi ve sonrası aynı.. İngiltere ve Amerika’nın elini ülke zenginliklerinden uzakta tutmayı başaran, monarşinin saltanatına son veren inkılap, patriyarkanın ekonomi politiğinde kadınların lehine hiçbir değişim yaratmamış. Erkekler paranın ve mülkün üstünden hiç kıpırdamamışlar anlayacağınız.
Google da “zen” yasağı
Zenan (kadınlar) dergisinde Farsça kadın anlamındaki “zen” kelimesinin arama motorlarında kullanılamaz hala getirildiğini dinliyoruz. Kadın, kadın hakkı, kadın hareketi, kadın kurtuluşu diye araştırma yapılamasın diye o kadar çok filtre varmış ki. Tabii ki herkes yeni yöntemler geliştirip duruyormuş ve okumuş kadınlar internete bayılıyorlarmış. Kadın hareketi içinde yer alan kadınlar internet kullananın denetimi de çok kolaydır ama biz rejimin meşruiyetini sorgulamıyoruz diye anlatıyorlar.“Taleplerimizi açıkladık. Şu anda en çok önem verdiğimiz çalışma medeni kanun değişikliği. Bunun için bir milyon imza toplamaya kararlıyız. Bu ülkede kadınlara kime bir şey bağışlamadı hepsi için mücadele verildi, yine vereceğiz” diyorlar. Değişiklik istedikleri kanunların başlıkları Taadüt-ü zevcat, mehir, irs yine Türkiyeli İslamcıların dilindeki Arapça kelimeler. Tek fark bizimkiler övüp yüceltirken, İranlı dindar kadınlar islamın medeni yasasının egemen yorumlarını adil ve insaflı bulmuyorlar: “Çünkü kanun evlenen bir kadına kocası karşısında hiçbir hak vermiyor.” diyorlar. Anlatıyorlar: “Kanuna göre evlilik kararını kadın kaç yaşında olsa, isterse kırk yaşında olsun, tek başına veremez, babasının izni gerekir. Erkek taadüt-ü zevcat yani erkek çok eşliliğine verilen izin sebebiyle rahattır. Dört nikâh yapabilir, sayısız imam nikâhı yani siga yapabilir. Her İranlı erkek bunu yapmaz elbet. Ama her İranlı kadın bunu yapmayan erkeğin davranışından ötürü ona hep minnettar kalır. Erkek şöyle der: istesem yaparım. Mehir İslamda kadınları koruyan bir kural olarak çok övülür. Bir erkek karısını boşadığı zaman ona evlenirken karara bağlanılmış bir mehriyeyi, bir parayı ödemek zorundadır. Orijinal fikir kadının bekâr kalınca parasız kalmamasıdır. Ama bugün üniversitelerin %60 ını dolduran kadınlar için dahi evlilik kararı iki aile arasında çok uzun görüşmelere konu olan bir mehir pazarlığıdır aynı zamanda. Kadınlar boşanmak istediklerinde erkek bu işi yokuşa sürebilir. Mehiri vermek istemez. İranlı kadınlar kocalarından usanınca şöyle derler: mehir senin, canım benim olsun. Bizde kadınlar savcı, hakim olamaz. tek başına şahitliğimiz geçerli sayılmaz. Bizde anne baba ölünce erkekler mirastan kız kardeşlerinin iki katı pay alırlar. Eş ölümünde koca karısının aldığının iki katı miras alıyor. Ve en acı ve daha acı olan şu ki eğer kadın ölürse ve kocası dışında varisi olmazsa kadının tüm malı eşine gider. Ama eğer koca ölürse ve eşinin dışında hiç varisi yoksa sadece malının dörtte biri ve oda eşyalardan ve menkul kıymetlerin dörtte biri kadının olur. Yasa gereği kadına gayri menkulden pay verilmez. Ve kocanın malının kalanı da devleti gider. Yani devlet o erkeğe kadının bir ömür birlikte yaşadığı o erkeğe o kadından daha yakındır. Soruyoruz size bu adaletli ve insaflı bir hal midir? “
İşte böyle akıp giden pek çok soruları var İranlı kadınların. Ortak Feminist merakımız, insanlığın yarısının hayatını, yani toplumu değiştirme arzumuz bizim sorularımızı onlarınkine yaklaştırıyor. Ama mesele derin, süremiz az. Kazanımlarımızın kıymetini bilelim, devamını getirelim diyerek ayrılıyoruz Tahran’dan. Arkası gelsin diyoruz, kucaklaşıyoruz, ayrılıyoruz.
- 2007 yılında Mesele Kitap Dergisi’nin 1. sayısında yayınlanmıştır.