kent ve yaşamtartışma

“Günlerin bugün getirdiği”

230px-1mayıs_77_1“İki 1 Mayıs, Bir Sonuç” başlıklı makalesinde Yüksel Akkaya şöyle yazıyor: “Bir sonraki yılın katılım açısından görkemli, sona erişi açısından trajik 1 Mayıs’ı doğrudan 1 Mayıs 1976’yla ilgilidir. 1976 yılı, işçi sınıfı açısından önemli bir eşik olmakla birlikte, sermaye cephesinin işçi sınıfına ve onun adına siyaset yapanlara bakışında radikal bir değişiklik yaşadığı yıldır.”

Türkiye’yi yönetenler, 1 Mayıs 2007’de, İstanbul’da bir vahşet sergilediler. Bu tutum herkesi düşündürmüş, bazılarımızı otuz yıl öncesine götürmüş olmalı.

1 Mayıs 1976’da İstanbul’da yaşıyordum ve bu günü sadece duymuştum. 1 Mayıs 1977’de ise 16 yaşındaydım ve artık Devrimci İşçi Sendikaları Federasyonu tarafından düzenlenen mitinge katılmak istiyordum. O zaman 56 yaşında olan babamın hevesli kızını alana yalnız yollamamak için bulduğu çare, bu kutlamaya beni götürmek olmuştu. Onun da hayatında katıldığı ilk mitingdi bu. 1977’nin Taksim’inden aklımda kalan, bitmek tükenmek bilmeyen sıralara dizilmiş neşeli insanlardı. Kafamda dolanan renkli sesleri ve görüntüleri eve ulaştığımızda haber spikerinin kara sesi bastıracaktı. Biraz önce ayrıldığımız alanda onlarca kişi öldürülmüştü… İşçiler ısrar ediyordu “bugün bahar bayramı değildir, işçinin, emekçinin birlik, mücadele ve dayanışma günüdür” diye… Benim için de bir tür bahar saflığı solup gitmişti o gün. Kafamda kesinleşmişti ki, dünya fakirler lehine değişmeliydi ve bunu istemeyen zalim güçler vardı…

Parkasıyla vurulmuş…

1 Mayıs 2007 sabahı, 1 Mayıs 1976 akşamı öldürülen bir Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisini mezarı başında ziyaret eden okul arkadaşlarımla buluştum. O yıllarda SBF Öğrenci Derneği yöneticisi olan Ali Fuat’a onu unutmadığımızı ben de söylemek istiyordum. Henüz 21 yaşındayken 1 Mayıs yürüyüşüne katıldığı için öldürülen Ali Fuat Okan’ın Feriköy mezarlığında yattığı yere varmamız o kadar zor oldu ki. Buluşmak için sözleştiğimiz Şişli Camii’nin kapısından bakınca musalla taşının etrafını doldurmuş olan polislerden başka bir şey görünmüyordu. Sabahın 8’inde o kadar çok sayıda polis Şişli meydanını doldurmuştu ki, sanki İstanbul bombalanmış, işgal edilmiş ve işgalciler sığınacak bir tek bu camii bulmuşlardı. Sonunda ulaştığımız Feriköy mezarlığı, güneşin arasından süzüldüğü ağaçlar ve mayıs ayında coşmuş güllerle süslü bambaşka bir alem gibiydi. İşte onun mezartaşıyla, Cebeci semtinde, Maç kıraathanesinin önünde çekilmiş, kalın çerçeveli gözlüklerinin arkasından gülen gözlerinin olduğu fotoğrafıyla karşı karşıyaydık. Onu hiç tanımamıştım. Elindeki sarı-lacivert tespihi neşeli ve hızlı hızlı nasıl çevirdiğini hiç görmemiştim. Darüşşafaka Lisesi’nden arkadaşlarıyla yurt merdivenlerinden çıkarken nasıl şamata yaptıklarını duymamıştım. Sigara içer miydi, güneşli havaları sever miydi, derslerde not tutar mıydı, Gırgır okur muydu, bilmiyordum. Onun katılamadığı ‘78 1 Mayısına lise son talebesi olarak kendi başıma katılmıştım, onun yürüdüğü SBF koridorlarında dolaşmış, aynı bahçede oturmuş, aynı hocaların dersine girmiş, 1 Mayıs 1979 akşamınıysa cezaevinde görmüştüm. Onun hakkında bildiklerimi çok yıllar sonra sınıf arkadaşlarından dinlemiştim. Onlardan biri olan Yunus Işın şöyle anlatıyordu:

“O sene 1 Mayıs kutlamaları için Ankara’dan İstanbul’a geldik. Çok muhteşem bir kutlama oldu Taksim’de. Sonra Ali Fuat’a dedik ki, git, anneni gör. Yok dedi, ben de sizinle geleceğim. Dolaştık, yürüdük, Fındıkzade’de Niğde Yurdu’na gittik, biraz dinlenelim diye. Akşam da çıktık, otobüslere binip Ankara’ya döneceğiz. Fındıkzade’de meydana geldiğimizde elektrikler kesildi ve tarandık. Kendimizi yere attık. Herkes birbirine sesleniyor, Ali Fuat yok. Nerede Ali Fuat? İşte biraz ilerde yatıyor. Hemen bir taksinin önüne atladık. Ali Fuat yaşıyordu, ama konuşamıyordu. Ciğerlerinden bir kurşun girmişti. Çapa’da hemen acil servise aldılar. Biraz sonra doktorlar geldiler, ‘başınız sağolsun’ dediler…”

Ali Fuat bir daha annesini görememişti.

Ali Fuat Taksim’e

Feriköy mezarlığından çıktıktan sonra, üç eski okul arkadaşı, haydi dedik, Dolmabahçe’ye gidelim… Baktık ki otobüsleri, metrosu, şehir hatları, dolmuşları çalıştırılmayan şehrin sokaklarında işlerine yürüyerek gitmeye çalışanlar başka bir emekçiler yürüşüşü oluşturmuş. Yollar kapalı diye telefon eden işçilere patronlarının “gelme o zaman” dememesi, sonraki günlerde 1 Mayıs hikâyeleri arasında anlatılacaktı. Halbuki 1976 yılında Ali Fuat Okan’ın sıra sıra arkadaşlarıyla geçmiş olduğu Dolmabahçe meydanına vardığımızda öyle kaygısızdık ki. Açık ve haklı bir söze destek vermeye gidiyorduk en nihayetinde. “Yaşasın 1 Mayıs” diyecektik. Dedik de…

Üç eski Siyasal Bilgiler öğrencisi olarak Mayıs 2007’yi yaşadıktan sonra anlayacaktık ki, Mülkiye mezunu olan Abdülkadir Aksu’nun İçişleri Bakanlığı altında geçen yıllar içinde sermaye sınıfı her zamankinden daha büyük bir dikkatle korunmuş, kollanmış ve yüceltilmiştir. Nitekim daha sonra Aksu, müdürü Cerrah’ı, valisi Güler’i, İstanbul’u işgal ettikleri için tebrik edecektir. Gördük ki, Taksim’e çıkmak isteyen sendikacılar, arkalarında 1976’daki gibi bir işçi ordusu olmadığı halde, sermaye güçlerinin kâbusu olmayı sürdürmektedir… Dolmabahçe’de buluşmaya çalışanlar “yaşasın 1 Mayıs” demek için nefes aldıkları anda biber gazı soluyor, ıslatılıyor, dövülüyordu. Ama bir süre sonra anladık ki, yalnız değildik. İstanbul’da “yaşasın 1 Mayıs” demek isteyenler, emniyet kuvvetlerinin saldırısına kendilerine göre bir cevap üretmek zorunda kalmışlardı. Panzerlere karşı mütevazı Sine-Sen pankartını kaldıranlar, iyi insanların çok kuvvetli görünen kötüleri yendiği bütün Türk filmlerine arkadaşlık edebilecek bir sahneyi Dolmabahçe saat kulesinin önünde tarih kayıtlarına geçirirken, biz de yanımızda ismi Ali Fuat olan bir genci buluvermiştik. Sabah Feriköy’de selâmladığımız Ali Fuat Okan’ı çok seven bir arkadaşının oğluydu bu Ali Fuat. Gördük ki, Ali Fuat 1 Mayıs 2007’nin kaydını tutuyor. “Tamam, bundan bir film çıkar” diyerek Taksim’e doğru yolları zorlamak da artık daha kolay tasavvur edilir hale gelmişti.

Kim derdi ki sadece 1 Mayıs 1977’de öldürülen kişilerin katillerinin bulunmasını isteyen ve Taksim meydanında 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen sendikacılar bu kadar büyük bir saldırıyla karşılaşacak? Kim derdi ki, artık uzun saçlarını gururla savurmayı hak eden anarşist erkekler ve kadınlar ve yılların takım elbiseli sendikacıları ve değişik boy, yaş ve mevkiden solcular Taksim’de birbirlerine karışmış halde biber gazı-robocop savacak? Belki Beyoğlu’nda ve Beşiktaş’ta kapalı binaların içine dahi gaz bombası atanlarla ilgili suç duyuruları adliye koridorlarında çürütülecek. Ortalama bir adalet peşinde koşan bir politik mücadelenin ve normal gazeteciliğin bile gaz maskesi olmadan yapılamayacağı yılları yaşadığımız galiba kesin. Yani, şarkının dediği gibi, hâlâ, “günlerin bugün getirdiği”…

Handan Koç

1961 Van doğumluyum. Siyasal Bilgiler okudum. Kırtasiyecilik yaparak geçiniyorum. Devrimci politikalar hep ilgimi çekti. 1984'ten en beri feminist yaşantım oldu.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu