feminizmmuhafazakarlık

2011 seçimleri öncesi feminist olmak

490-303Bu seçimlere ülkemizin siyasal tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yasarken girdiğimizi söylemek abartı olur mu? Bence olmaz. En azından böyle ikiyüzlü ve ağır bir politik baskı mekanizması altında yaşandığını hiç hatırlamıyorum. Oysa 12 Eylül 1980 de 19 yaşında devrimci bir öğrenciydim. Durumu böyle görmenin bir analiz kıymeti yok bu özgürlükçü insanlar için malumu ilan etmek bence. Ama mizah dergileri dışında hiçbir büyük medya gücü bu despotizmi merkezine almıyor. Neden diye sorup düşünmek zorundayız.

Son üç yıl içinde geliştirilen terör suçlusu uygulamaları hükümet aleyhtarı olan pek çok kişiyi açıkça hedef aldı.  Ama daha fenası bu uygulamalar bu ülkede yasayan her turlu aykırı düşünce sahibi insanı tehdit ediyor . Son yıllarda televizyonlar, gazeteler ve sokaklar yeni iletişim araçlarının model ve tarifelerinin reklamları ile iyice dolup taşıyor. Ve son bir yıldır bu ülkede yasayan insanlar açıkça gördüler ki evleri ve işyerleri ve kullandıkları her bir iletişim aracı emniyet kuvvetleri tarafından izleniyor, dinleniyor kaydediliyor olabilir.  İsin ilginç tarafı ortada hükümeti veya devleti ezilenlerin lehine kökten değiştirmeyi arzulayan güçlü herhangi bir organizasyonun olmaması. Kürt hareketi kendi özel gündemi ile ayrı bir yerde duruyor.

Ne büyük ödp süreci sonrası ufalanan sosyalistler ne de muhtelif muhalifı ve özgürlükçü güçler bu yeni despotizmi analiz edemedi  ve karşı taktikler geliştiremedi.  Tam tersine son on yıla AKP nin bir demokratikleşme imkân yarattığını düşünenlerin hegemonyası  damgasını  vurdu . Ahmet Şık ve Nedim Şener Silivri ye alınana kadar birçok muhalif,  aydin, demokrat, marksist, feminist, Kürt hareketi yanlısı insan “ darbe-demokrasi ikilemi ” içinde saf tutmayı en mühim görev addettiler. Bu ikilem  gerçekleri aydınlatmaktan ziyade açık gerçeklerin algılanmasını bozmaya yarayan bir düşünce aparatı olduğunu gösterdi. Ama kendini her an tahkim edecek bir ideolojik yapı içinde yer alan bi ikilem sönmüş değil. Seçim sonrasıyeni  anayasa oluşumunda da  baş köşeye oturmaya aday,

Ekspress dergisi şubat mart sayısında cezaevindeki Ahmet şık tan aldığı beyanatın baslığına su cümlesini koymuştu: “iyice örgütlenmiş ve kararlı kimseler karşısında bulunuyoruz”  Bu iyice örgütlenmiş ve kararlı kimselere karsı düşünsel ve maddi bir ortak güce sahip olmayı öncelemeyen birdemokratik  muhalefet ’in bir anlamı olabilir mi? Bu soruya ben olmaz diye cevap veriyorum. Ahmet Şık ayni beyanatında “Türkiye Ergenekon soruşturması ile yeniden dizayn ediliyor, ama birilerinin iddia ettiği gibi demokratik teamüller için değildir başka vesayetin önünü acımak için demiş” Türkiye nin yeniden dizayn edilmesine karsı kendi programı iddiası gelecek kurgusu ve isteği olmayan bir politik hareketin oyalanma dışında bir fonksiyonu olabilir mi? Ben olmaz diye düşünüyorum. Ahmet Şık durum vahim mi, yoksa işin içinde paranoya mı var diye sorulunca da demiş ki   “kitabı yazarken kendi kendime işin geldiği noktadan o kadar endişe eder cümleler söylüyordum ki, sormayın. Bir ara oğlum kafayı yedin, kökten laikler gibi mi düşünüyorsun diye soruyordum kendime. Eşim yonca ile gülüyorduk halime. Ama bu soruları on metrekarelik bir hücreden ve pencerenin gösterebildiği kadar gökyüzüne karşı yanıtlıyorsam, evet durum vahim.”

Peki, kadınlar için bu secim öncesi neler önem kazanıyor diye düşünecek olsak neleri görürüz. Benim gözüme batanları üç başlık altında aktarmak istiyorum.

Kadın yok aile var

Hatırlanır Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kadın hareketi acısından en önemli sözlerini kürt açılımı için yaptığı ve pek çok kadın örgütünü davet ettiği bir dolmabahçe  kadın erkek eşit değildir dedi. Kadın hareketi nine pek çok bileşeni bu sözleri salonda dinledi Ve bir ikilem ortasında kaldı. Salondaki kadın örgütlerinin büyük kısmı başbakanı seviyor destekliyordu.

Hatırlanır çağlayan yürüyüşü zamanı büyük bir kısmı ordu dan dan medet umarak olsa da sokağa dökülen kadınlar vardı.  Tayyip Erdoğan in eşit değiliz demesi karsısında hiçbir laik veya eşitlikçi gösteri yapılmadı kimse sokağa dökülmedi. Dökülmediler.

Ankara nine İstanbul a nazaran daha kuvvetli olan ve meclisle irtibatları olan feminist sivil toplum güçleri ise benim bilebilip duyabildiğim bu eşit değilsiniz çıkışına haşin bir refleks göstermedi.

Birçok feminist Kürt kadın hareketinin veya Kürt sorunu etrafındaki çalışmaların içine gömülü oldukları için Erdoğan ıh bu çıkışını aşırı önemsemediler.

Şükür İstanbul da feministler başbakan in katilliği bir toplantı da konuşması sırasında  “siz eşit değilsiniz dedikçe biz daha çok öldürülüyoruz diye pankart açarak tavır gösterdiler. Ama sonrasındaki sekiz marta damgasını vuran bu tema olmadı.

Burada önemli olan bence gösterilen aktivite refleksleri eleştirmek –değerlendirmek değil. Muhakkak kadın hareketinin bütün bileşenleri bu ifadeye tepki duydu. Ama bu ifade vahim bir hakaret olarak görülmedi.  Başbakan ben muhafazakâr demokratım demişti. Ben bana oy veren milletim gibi düşünüyorum demişti. Yani demokrattı. Belki başbakanın ifadesi e şişlik kavramının beraber olduğu diğer modern ve moderniz kavramlarla beraber tarihin çöplüğüne gitmesi gerektiğini düşünenler için de bir anlam taşımıyordu.

13 Mayıs ta ise hükümetin kadınları fazlası ile ilgilendiren bir girişimi başına yansıdı haber şöyle idi:    “Hükümetin, Meclis’ten 6 aylığına aldığı Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi ile yapacağı çalışma netleşti. 8 Devlet Bakanlığı kapatılırken 11 yeni bakanlık kurulacak. Kabine 21 bakan ve başbakandan oluşurken 21 bakandan 4’ü aynı zamanda başbakan yardımcısı olarak görev yapacak. Bazı bakanlıklar tamamen kapatılırken bazı bakanlıklar da bölünecek veya değişecek. Değişecek bakanlıklardan biri kadın ve aileden sorumlu devlet bakanlığı: Kadın, aile ve özürlüler konuları ile sosyal yardımların tek çatı altında toplanmasıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulacak. Bakanlık, tarım sektöründeki geçici işlerde çalışanlar, eğitimsiz bireyler, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, özürlüler ve yoksulluk riskiyle en fazla karşı karşıya olan kesimlerin sorunlarıyla ilgilenecek.”

Bu gelişme pek çok kadında tabiri caizse şok etkisi yarattı. Oysa 18 Nisan da Abdulkadir Selvi yeni şafak ta bu meseleyi haberleştirmiş, Bakanlıklarda yapılacak değişikliklere bir bir değinmiş şöyle yazmıştı:  Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı, kendi bütçesi olan, icra gücüne sahip bir bakanlığa dönüştürülüyor. Sosyal yardımlaşma fonunun kaynaklarıyla birlikte güçlü kaynaklara sahip bir, “Aile ve Sosyal Yardımlaşma Bakanlığı” geliyor. Bu seçimlerin en büyük özelliği, partilerin iddialı sosyal yardım projeleri ile yarışmaları değil mi? Selvi bakanlıklarda yapılacak değişikleri bir anlattıktan sonra yorumlar yapmış ve demişti ki

“İleri Demokrasi” hedefinin sadece “yeni Anayasa” ile sınırlı kalması düşünülemez. Bakanlıklara ilişkin düzenlemeler, işleyişten kaynaklanan sorunları gidermeye yönelik bir, “Restorasyon” çalışması olarak görülebilir. Her seçimin bir ruhu vardır. Aslında açıklanan seçim beyannamelerini, milletvekili listelerini demokrasinin şekil şartı olarak görmek gerek. Asıl büyük kavga derinde yaşanıyor. Yıllarca ülkenin kaderine seçilmişler mi hakim olacak yoksa elinde silahı bulunanlar mı kavgası yaşandı. Bu seçimde ise tablo çok net. Kimse yanılmasın, bu seçim Ergenekon’u içeriye tıkanlarla, Ergenekon’u Meclise taşıyanlar arasındaki bir mücadele.

Selvi çok net. İddialı. Ve gördüğünüz gibi bakanlıktan kadın adinin çekiyor olmasını değil gerekli bir nokta olarak herhangi bir nokta olarak bile görmüyor. Böyle bir şey zaten yokmuş gibi yazıyor. Kadınları ne ilgilendiriyor sosyal yardım. Bu yardımı nerede alacaklar aile içinde. O halde problem ne?

Eşitsizlik Mekanizmaları Platformu adı altında bir araya gelen ve Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği’nin (KA-DER) genel merkez ve şubelerinin ağırlığını oluşturduğu 58 kadın örgütü 15 Mayısta başbakanlığa bir mektup yazdı.1991’de kurulan Başbakanlığa bağlı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün (KSGM) de Kadın ve Aile Genel Müdürlüğü’ne dönüştürülmesinin olumsuz bir gidişat olduğunu dile getiren kadın örgütleri, mektupta, alınan duyumlara rağmen herhangi bir açıklama yapılmadığına dikkat çekti.

Mektupta şu görüşlere yer verildi: “Hükümetin bu doğrultudaki plan ve programlarına dair bilgi vermemesi ve görüşlerini paylaşmaması, bilgilerin ancak duyumlarla sınırlı kalması da kaygımızı artırmaktadır. Kuruluş amacı kadının ‘birey’ olması ilkesine dayanan KSGM’nin yapısının güçlendirilerek ve kadından sorumlu bir icra bakanlığı kurularak bu çerçevede daha etkin bir şekilde görev yapması beklenirken, aile ya da sosyal yardım merkezli politikaların esas alındığı yapıların içine çekilmesi kabul edilemez. Kadın hak ve özgürlükleri mücadelesi veren kadın örgütleri olarak bu türden girişimlerin karşısında olduk, olmaya da devam edeceğiz. Böylesi önemli bir değişikliğin konunun esas taraflarını ve onların görüşlerini dışarıda bırakarak gerçekleştirilemeyeceğini biliyoruz. Bu konuda acilen gerekli açıklamaların yapılmasını ve işbirliğinin oluşturulmasını bekliyoruz.”

Bu yazıyı kaleme aldığım 22 Mayıs tarihinde bu mektuba bir cevap verilmemişti. Üstelik büyük medyada ya da başka mecralarda da bu konunun önemi nispetinde haberleştirildiğine tanık olmadık. Konu ili ilgili açıklama yapan İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Koordinatörü ve Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Başkanı Avukat Nazan Modoğlu, “Bir ülkede çağdaşlığın ve demokrasinin en temel kriteri kadın erkek eşitliğidir.  Bu girişimin demokrasi, hukuk devleti, kadının insan hakları adına durdurulması gerekir demişti. Bu sözler doğru ama sanki bir boşlukta çınlıyor. Bu değişiklik isteğinin karşısına dikilen açıklamalar değil kızgınlık olmalı olacak da bence.

Belki birçok kişi böyle bir bakanlığın olduğunun bile farkında olmayabilir. Ayrıca bu bakanlıklar erkek egemen düzeni değiştirmez, düzen değişmediği müddetçe bu tür bakanlıklar olsa ne olur olmasa ne olur diye de düşünülebilir. Haklı da olunur.  Ama bence bu memleketin kadınları için kadının sadece aile içinde tanımlanmasının çok ağır bir anlamı olduğunu herkesin bilmesinde yarar var.

Kadınlar için bir erkeğin eşi, bir babanın kızı, birilerinin annesi olmak dışında bir varlık olarak tanımlanma mücadelesi yüzyıllar sürdü. Bugün Türkiye de kendi mesleklerine, kendi bütçelerine, kendi ahlaki tercihlerine, kendi cinsel tercihlerine göre yaşamayı bir erdem bir namus sorunu olarak gören o kadar çok kadın var ki? Bakanlığın varlığı yapısı fonksiyonu bir yana biz kadınlar için kabul edilemez olan “sosyal yardıma muhtaç aile içi varlıklar olarak tanımlanmaktır” Bu tanımlama hep aile içinde tanımlanan yaratıklar olarak kalmamızı garanti etmek üzere dizayn edilmiş köklü bir yaklaşımı yansıtmaktadır. . Hükümetin bu girişimi her şeyden önce kadınlara hakarettir, böyle düşünmek görmek durumundayız.

Bu düzenleme seçim öncesi gerçekleşebilir veya seçim sonrasına kalabilir veya hiç yapılmayabilir. Ama Recep Tayyip Erdoğan ıh samimiyetle açıkladığı eşitlik söylemi karşıtlığı ile böyle bir bakanlık örgüsü tutarlıdır, O yüzden milletin içinde kökleşmiş olan geleneksel Türk İslam patriarkal ideolojisi ile yüzleşmeyen muhafazakâr -dinci güçlerle cepheleşmeyen bir feminizmin erkek egemen iktidarı zedeleme şansı olmadığını görerek seçim sonrasına hazırlanmamız gerekiyor.

Mahalle baskısı artı devlet cihazları

Bu seçim öncesi ortaya çıkan bir durum var ki o da 1980 sonrası Özal dönemi başlayan bir liberal özgürlükçülüğün artık nefesini tüketmeye mahkûm olduğunu göstermekte. .   MHP yöneticisi altı erkek aile dışına taşan cinsel hayatlarının kendilerinden habersiz çekilmiş görüntülerinin internet aracılığı ile ortaya sürülmesi nine sonucu olarak partilerinden istifa etile Son Siyasal iktidar ise edepsiz kasetler diye bir tanımlama ile bu konuyu ele aldı. Burada hangisi daha büyük edepsizlik sorusu ortada. Acaba onların bu yaşantıları mı yoksa bunun kayıt edilip ortaya sürülmesi mi edepsizlik olarak görülmeli. MHP li siyasetçilerin sevişme görüntüleri internette yayınlandı ve günlerce izlenebildi. Malum günümüzde bir kere ortama sürülen bir görüntü kayıt edilebiliyor ve böylece asla ortadan kalkmıyor. Öyle bir durum ortaya çıktı ki birden bire herkes aile dışında sevişmenin ne kadar büyük bir toplumsal günah olduğunu düşünüyor olduğunu ima etmeye başladı. Biz biliyoruz ki Temiz ve tertipli bir aile yaşantısı olmayan insanları karalamanın kolaylaşması hiçbir zaman kadınlara yaramamıştır. Çünkü iffet denetiminin yoğunlaşması her zaman en fazla kadınlara zarar verir.

Nedense Şerif Mardin le birlikte anılan bir” kavram ”imiz var. Mahalle baskısı. Oysa kadınlar için mahalle baskısı ne derler” veya “ne denir” diye formüle edilmiş bir erkek egemen denetim mekanizması olarak çok uzun zamanlardan beri biliniyor. Ne derler korkusu kadınları her zaman herkesten fazla saran bir korkudur. Hele evli ve çocuklu bir kadınsanız ve kendi ayakları üzerinde duracak manevi maddi gücünüz hiç yoksa. Ne derler köy şehir apartman bahçeli site TOKİ lojman fark etmez her yerleşsem tipinde hâkim bir denetim mekanizmasıdır.  Burada söz konusu olan ortalama dinsel-ahlaksal–erkek egemen yasalar ve kurallardır. Bu kurallar özellikle evli çocuklu kadınları daha kolay sarar.  Türkiye de 1980 sonrası güçlenen dinci akımlar günlük hayat için kendi deneteme alanlarını muhakkak genişletip kuvvetlendirmiştir. Artık birçok kadın kendi hayatını bir takım ablaların imamların denetiminde yaşamaktadır.

Seçimler öncesi oluşan bu skandalın bu kişileri küçük düşürmek dışında anlamları var. En önemlisi bence herkesin başına bunun gelebileceği fikridir. Bu sadece teknolojinin kötüye kullanımı ile ilgili bir sorun değil. Çünkü son bir yıldır insanların telefon una bilgisayarına yüklenenler internette yaptığı yazışmalar bunların aslı veya oluşturulmuşları soğuk adliye odalarında tutuklanma gerekçesi olarak karşısına çıkarılabiliyor. Aşk hayatları da dâhil her türlü mahrem görüşmeleri iddianame tutanaklarında herkesin gözleri önüne serilebiliyor.

Kadınlar ölüyor, devlet susuyor

12 Mayıs günü feminist kadınlar Türkiye’ nin onlarca şehrinde hızla artan erkek cinayetlerine karşı sokaklarda idiler. O gün görülen Ağsa Paşalı davasında cinayeti işleyen eski eşe haksız tahrik indirimi yapılmadan hüküm verilmesini sevinçle karşıladılar. Israrla esas önemli olanın bu hüküm değil cinayetlerin engellenmesi olduğunu belirttiler. Ertesi gün bir kadın daha öldürüldü. Bu cinayetler pek çok açıdan incelenebilir. Ama şu açık bu cinayetleri işleyen erkekler her zaman bu kadınların en yakınları. Çoğunlukla da nikâhlı kocaları veya eski kocaları. Yani cinayet yeri aile.

Bugün tekelci-kapitalist sistem geniş bir kadın nüfusunu evde ücretsiz köle, dışarıda çok düşük ücret alan işçi-köle olarak çalıştırmayı hedefliyor. İşçi-köle çünkü hiçbir güvencesi yok. Öyle ki klasik pederşahi sistemin erkeğin mutlak reisliğine dayalı aile yapısı bugün birçok kadın için tek güvenilir ekonomik seçenek durumunda. O yüzden pek çok kadının ezilmeye ve sömürülmeye neredeyse rıza gösterdikleri bir karanlık patriarkal dönemden geçiyoruz. O yüzden kadınlara sosyal yardım, cemaat yardımı, yardım, vaat ediliyor, aile yaşantısı, yuvada koca korumasının erdemleri vaaz ediliyor.  Kendine erkekten ayrı bir yol çizmeye çalışan kadınlara ise o kadar kolay kıyılıyor ki. . Kadınların ölümü eğlenceleri kasete alınmış MHP li siyasetçilerin kariyerinden olmasına benzemiyor. Kadınlar siyasi geleceklerini değil canlarını kaybediyor. Hal böyle iken para karşılığı seks sanki padişahların cariyelerinden bugüne bir erkek geleneği değilmiş gibi edep keşfediliyor. Oysa en büyük edepsizliği kadın katillerine karşı başarısız olmaktan hiç utanmayan içişleri bakanlığı yapmıyor mu?

Türkiye nine savaş koşullarında büyüyen geniş genç erkek nüfusu organik bir asitleşmeye çok yatkın. . Bu yoksul Türkçü İslamcı genç erkekler özgürlükçü bir hayat sürmeye çalışan kadınlara karşı şiddetli bir kin besliyorlar. Hükümetin eşit değilsiniz demesi ile bu cinayetler arasında bağ kuran feministler o kadar doğru bir şey söylüyorlar ki. Oysa bu kadar kadının ölümüne karşı tek bir siyaset, önlem, vaat geliştirmeyen hükümet ne kadar rahat.

Yukarıda alıntı yaptığımız hükümet yanlısı gazeteci Selvi haklı: her seçimin bir ruhu var. Bunun ki saldırgan, faşizan bir pespayelik olabilir mi. Ne dersiniz?

Handan Koç

1961 Van doğumluyum. Siyasal Bilgiler okudum. Kırtasiyecilik yaparak geçiniyorum. Devrimci politikalar hep ilgimi çekti. 1984'ten en beri feminist yaşantım oldu.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu