Kahbe Feleğe Karşı Yaşasın Feminizm!
Pazartesi Dergisi 1995’te yayın hayatına başladığında, Türkiye’nin kadın kurtuluş hareketi en etkili zamanlarını yaşamıyordu. Ama çok sayıda kadın büyük ve karışık bir mücadele deneyiminden geçmiş, topluma seslenmiş ve kadınları etkilemişti… Pazartesi’nin onuncu yaşı kutlu olsun!
Kahbe lafı, Türkçe’de orospu karşılığı kullanılır. Arapça namussuz, yani aldatan kadın demek. Malum, aldatan erkek namussuz olmuyor. Kancıklık kadınlara mahsus. “Kahbe”nin bir diğer anlamı da dönektir. Bir erkek aşkta, davada, iş hayatında insanı satabilir. O zaman en fazla kalleş olur da yine de kahbe olmaz. Delikanlılık yani dürüstlük, bir erkeklik haliyse, kahbelik, erkek de yapsa kadınlıktır. Erkekler eşlerini bırakıp çocukları yaşındaki kadınlarla evlenince, onlarla para karşılığı yatınca, onları evlerine ikinci veya üçüncü eş olarak aldıkları zaman orospuluk ya da kancıklık gibi ağır bir sıfatı hak etmezler, aşağılanmazlar, en fazla küçümsenirler.
Felek, Arapça tam olarak gök yani sema demek. Felekiyat da astronomi oluyor. Felek meşrep deyimi kimine yar olur kimine olmaz kadın anlamına, mecazen evvel eski kullanılmış. Bu felek gibi oynaklık hali cins tanımaz oysa. Ama erkek cinsi galiba kendi korkuları yüzünden güvenilmezliği, kadınlara mahsus, adeta doğal bir özellik olarak gösterip durmuş. Oysa kadınların büyük çoğunluğu, ailesinin, çocuklarının, bakıma muhtaç yakınlarının, kocalarının hizmetinde, evlerinin etrafında çakılı bir hayat yaşıyorlar. Kadınların yakınlarına duydukları sevgi, hele anne olarak çok güven verici. Bu öyle açık ki… O halde kadınlar neden güvenilmez, yıldızlar gibi oynak, gökyüzü kadar sürprizlerle dolu addedilmiştir, düşünmeye değer.
Bu iddia gerçek dışıdır. Erkekler kadınları anlamıyor, onlardan korkuyor, onlara hükmetmek istiyor olabilirler. Ama kadınlar zaten hep sabittir, sıkıştırılmıştır, kapatılmıştır, denetlenendir. Erkeklerse gezgindir, girip çıkarlar, nerede, ne zaman, ne yaptıkları bilinmez. Ava giderler, iş yolculuğuna giderler, iş aramaya giderler, arkadaşlarıyla içmeye giderler, komşu kasabaya giderler, başka ülkeye giderler. Evli bir kadının yanında aileden bir eşlikçi olmadan seyahat yapması uygunsuz addedilir. İslam bunu hac için bile olsa yasaklamıştır. Hal böyle iken neden kadınlar olsun pır pır olan, oynak olan, sözüne güvenilmez olan?
İkinci dalga feminizmin Türkiye’de patladığı seksenli yıllarda Kadın Çevresi olarak katıldığımız ilk kitap fuarında boş bir aynamız vardı, “kendimize tekrar bakalım” diye seslenerek koyduğumuz. Önümüzden geçen iki tesettürlü genç kadın afişlerimizdeki yumruklu-femina işaretini kastederek, ”bak haç çizmişler” diye fısıldamışlardı birbirlerine. Kadınlık işareti olarak kullanılan bu sembolde onlar haçı görüyordu. O yıllarda okur yazar İslamcı kadınlar için ilmihallerin zamanı başlamıştı. Ne giyinilecek, nasıl oturulacak diye sınırlar çiziliyordu. Nasıl evlenileceğinden, çocukların nasıl yetiştirildiğine kadar ayrıntılı, İslami yaşam kılavuzları bu kadınların hayatını yönlendirdi. Felekle boğuşmayı kafasına koymuş feminist kadınlar içinse hayat hiçbir zaman o kadar “huzur”lu olmadı. Onlar çalıştılar, sevgilileri ile ayrı evde yaşadılar, birkaç kadın birlikte çocuk büyüttüler, erkekleri zorladılar, kayınpederlerini zorladılar, kendilerini zorladılar, karma örgütleri zorladılar, politik kampanyaları zorladılar, hükümetleri zorladılar. Kürt hareketi içinde yer alan birçok kadın ise bu yıllarda çoktan kendi kaderlerini ve halkların kaderini değiştirmek için dağların yolunu tutmuştu.
Geçen yüzyıl fezaya çıkan ilk insan olan Yuri Gagarin, hep beraber daha mutlu olmaya doğru bir insanlık hayalinden güç almıştı herhalde. Yerçekimsiz odaların sessizliğinde ve “çok daha parlak, belki dünyadaki görünüşünden onlarca kat daha parlak olan güneşe” bakarken insanlık için gururlandığını söylemiş. Malum insanların aya gittiği yıllar ikinci dalga feminizmin de ortaya çıktığı yıllardı. Kadınlar bu yıllarda sütyenleri yaktılar, toplumun önerdiği geleceklerini yaktılar ve kaderlerinde büyük bir değişiklik yapmak üzere tüm dünyada ayaklandılar. Artık kadın haklarının peşinde değillerdi. Bir kopuş ve büyük bir değişim istiyorlardı. Anneleri ile, babaları ile, kocaları ile ve çocukları ile yüzleştiler. Kaderlerinde öyle bir bükülme yarattılar ki, biraz daha gitseler feleğin çemberini kıracakları duygusuna kapıldılar. Ama dönemin devrimci dalgasına karşı egemenler boş durmadılar ve kendilerini yenilediler.
Doksanlar ezilenlerin kurtuluş hareketleri için kötü zamanlardır. Türkiye’de bu yıllara geldiğimizde çok sayıda kadın büyük ve karışık bir mücadele deneyiminden geçmiş, topluma seslenmiş ve kadınları etkilemişti… Kadın kurtuluş hareketinin içinde yer alan bu kadınlar hayatı değiştirmek için, hayatlarını değiştirmişlerdi. Feministler için rüştlerini ispat telaşı o zamanlardan bugüne geride kaldı. Bugünün yeni gericileri kadınların eşitlik mücadelesini bile doğal olana, tanrısal olana karşı çıkmak olarak görüyor… Ama hiç kimse artık kadınların evde dayak yediği, cinsel saldırıya uğradığı, yakınları tarafından ezildiği gerçeğini inkar edemiyor. Bu kadın “dertler”i doğal olabilir mi? Mümin aile yaşantısı bu dertlere çare olabilir mi? Feminizmin erkek egemenliğinin dini, milliyeti, sınıfı olmadığı tezini yıkmanın, bu sorulardan kaçmanın yolu pek yok. Öte yandan erkek egemen medya tekelleri feminist birer silah olan kadın tanıklıklarından bugün para kazanıyor. Zulüm görenleri kendine ‘ucuz artist‘ yapmak istiyor. Ama feministler de boş durmuyor. Töre cinayetleri bitmiyor belki ama, kadınlar katilleri takip ediyor, kızkardeşlerinin “namussuzca “ ortada bırakılan tabutlarını taşıyor.
Evet bizler hem orgazm olmak istiyoruz, hem eşit ücret; hem eşit-genel bir eğitim istiyoruz, hem eşitlerin toplumunu, hem kadınların görünmeyen emeğinin hakkını istiyoruz, hem ezilenlerin hakkını yiyenleri devirmek. Geceleri de, gündüzleri de istiyoruz. Eğer Allah varsa, o da kadınları evde erkeklere itaat etsin, zulüm görsün diye yaratmış olamaz diye iddia ediyoruz.
O yüzden diyoruz ki: Kahbe feleğin çarkını kırmak için yaşasın feminizm.
Bir de Kürtçe söyleyecek olursak: Li diji feleka qehbe, biji feminizm!
Pazartesi Dergisi, Mart 2005, sayı 100