8 Mart: Güldünya’nın ülkesinde ejderha dövmeli kızlar olalım!
Güldünya Tören’in toplumun yazılı olmayan kurallarına karşı çıktığı için öldürülmesinin üstünden sekiz yıl geçti. Güldünya arkasında bir çocuk bıraktı. Onu annesinin katilleri olan ailesine emanet ettirmekte sakınca olmadığını söyleyen, sığınaklara gerek olmadığını söyleyen, devrin kadından sorumlu bakanı Güldal Akşit’ti. Kendisi bugün bakan değil ama AKP Kadın Kolları başkanı. Güldünya’nın çocuğunun babası Servet Taş, 14 Ekim 2011′de sokak ortasında kurşuna dizilerek öldürülmüştü. Milletinin örfüne töresine uygun davranarak kız kardeşini genç yaşında aile kararı ile öldüren Ferit Tören geçtiğimiz günlerde cezaevinde öldü. Güldünya Tören kendine göre bir hayat kurmak istediği için öldürülmüştü. Öldürüldüğünde hastanedeydi ve kapısında polis bekliyordu. Güldünya sadece çocuğuna kendi başına sahip çıkmak, yani iş ve özgürlük istemişti. Fedakârlığı ve başkaldırışı ile kadınların kalbinde yaşıyor.
Zaman gazetesinde bugün anlamlı bir 8 Mart haberi var. Gülenist “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı” 8 Mart kadınlar günü dolayısı ile bu yıl ilk defa bir ödül vermeye başlamış; “Öncü Anadolu Kadını” başlığı altında dağıtılan bu ödüller Mihrimah Sultan ve Hafize Özal gibi rehber kişiler adına veriliyormuş. Haberde yer alan ve Güldal Akşit’i Sevil Sabancı ile gösteren fotoğraf Türkiyemizin bugünkü egemenler düzeninin bir fotoğrafı gibi. Evet, doğru, öncü Anadolu kadınları var. İşte Güldünya onlardan birisi idi ve başkaldırısını başı ile ödedi.
Bu törende ödüller erkek egemenliğine karşı çıkanlara değil yaşatanlara verilmiş sanki. Törende özel vefa ödülü merhum Aydın Menderes’in eşi Ümran Menderes’e takdim edilmiş. Güldal Akşit ise Sevil Sabancı’ya sivil inisiyatif ödülünü vermiş. Versin, iyi yapmış. Ama keşke o arada son sekiz yıldır yakınlarınca öldürülen kadın sayısına bakarak zamanında almadığı tedbirler için bizlerden bir özür de dileyiverseydi. Ama görünen o ki bu vakfın ve Sayın Akşit ‘in erkeklerin, erkek egemen sistemin ve yoksulluğun kahrını çeken ve bu gidişe karşı çıkan kadınlara değil de Özal ailesine, Menderes ailesine ve Sabancı ailesine karşı saygı borcu var.
Güldünya için yapılmış müzik albümleri ona yazılmış, onunla hatırlanan şarkılar var. Bu şarkılar sadece ağıtlar değildir, aynı zamanda isyan şarkılarıdır. Bu şarkıları genç yaşlı, bilen söyleyen, o kadar çok kadın erkek var ki: Hümeyra’dan “Çünkü adım kadın, Kadınım hükmüm yoktur”unu dinleyenler, Aylin Aslım’in “Canım abim vurma beni”sine de aşinalar. Nazan Öncel’in “Leyla bir işçinin kızını” söyleyenlerin kulağında “Hernepeş” de var. Ünzile söylenince ağlayanlar, “Burçak Tarlası” ile coşanlardır aynı zamanda. Türkiye’nin genç yaşlı, köylü kentli pek çok kadını sokağa çıkarak veya çıkmayarak bu şarkıları mırıldanacaklar bu 8 Mart’ta da.
Son yıllarda çok okunan bir roman var. Adı Ejderha Dövmeli Kız. Bu romanı İsveç’te kirli güç ilişkilerini ortaya çıkarması ile ünlenmiş bir gazeteci olan Stieg Larsson, kadın arkadaşı Eva Gabrielsson ile birlikte yazmış. Filmlerini bir yana bırakalım ama roman bence 21. yüzyılın yeni “anti-kahraman” kadınının eskizlerini sunduğu için önemli. Bu roman birçok kadının gönlünde ve hafızasında sürükleyiciliği yüzünden değil genç kadın kahramanının başarısı ile yer etti. Ejderha Dövmeli Kız bize sunulan güzellik kıstaslarına uymuyor. Bize sunulan günlük yaşam kurallarına uymuyor. Bize sunulan cinsel kurallara uymuyor.
“Ejderha dövmeli kız” Salander, tıpkı Güldünya gibi bir baba şiddeti mağduru. Salander küçükken kendini ve annesini savunmaya başlıyor. Hayatini kurtarıyor ama geleceğinden ve özgürlüğünden oluyor. Ejderha Dövmeli Kız ona yapılan haksızlılara karşı çıkmak üzere kendi yöntemleri ile güçleniyor. Kendisine benzeyen dostları ile birlikte güçleniyor. Kahramanımız denetlenen ve izlenenken, kendini izleyene ve denetleyene dönüştürüyor. Bunları hem dövüşmeyi hem bilgisayar hileleri yapmayı bildiği için yapabiliyor. Onu izleyenlerin bilgi tekelini o kırıyor. Ona şiddet uygulayanlar cezalarını onun sayesinde buluyor.
2011 yılı şubatından beri Türkiye’de hepimiz birileri tarafından dinleniyor ve gözleniyor olduğumuz şüphesi ile yaşıyoruz. 2011 yılında oluşumunu tamamlayan yeni Türkiye düzeninde hiçbir gazeteci gerçeklerin peşine düşmüyor, düşerse düşürülüyor. 2011′de imalatı tamamlanan yeni Türkiye’de telefonda ettiğimiz küfür, sevgilimize verdiğimiz öpücük, annemize yaptığımız itiraf birileri tarafından kayıt altına alınabilir diye tehdit ediliyoruz. Bu korku imparatorluğunu kartona çevirmek elimizde.
İşte geride bıraktığımız korku yılının sonrasında mecazdan zarar gelmez diye düşünerek 8 Mart temennimi tekrarlıyorum. Kaderimizi değiştirmek için, geleceğimiz için, kadınların kurtuluşu için, insanlık değerlerini yaşatmak için, Güldünya’nın hatırası için bir nebze bile olsa “ejderha dövmeli kızlar ” olalım! Yaşasın 8 Martımız!